Show newer

TBMM'de temsil edilen on dört parti bulunmakta. On sekiz sandalye, milletvekillerinin bakanlığı veya belediye başkanlığını tercih etme, milletvekilliğinin düşürülmesi veya ölüm gibi nedenlerden ötürü boş durumda. İYİ Parti ve HDP'den ikişer, CHP'den bir milletvekilinin partilerinden ayrılmaları nedeniyle beş bağımsız milletvekili var.

24 Haziran 2018'de yapılan genel seçimlerde 27'nci dönem milletvekilleri belirlenmiş ve dört parti dünyanın en yüksek seçim barajı olan %10'u geçebilmişti. 2017'de kurulan İYİ Parti ise %9.96 ile ittifak sistemi sayesinde CHP, Saadet Partisi ve Demokrat Parti'yle Millet İttifakı'nı oluşturmuş. Sonuçta mecliste yerini almış ve beşinci parti olmuştu.

En çok milletvekiline sahip iki parti 2002'den aralıksız beri mecliste bulunan AKP ve CHP. AKP'nin 286, CHP'ninse 135 milletvekili var. Bu ikili, 2002'de meclisin neredeyse tamamını oluşturuyordu. Şimdi de ezici bir çoğunluğu temsil ediyor.

Üçüncü sırada 56 milletvekiliyle 7 Haziran seçimlerinden beri meclise parti olarak giren HDP bulunuyor. 2015'ten önce bağımsız olarak seçimlere girip mecliste parti grubu oluşturuyorlardı. DTP ve BDP döneminde böyleydi ama 2014'teki cumhurbaşkanlığı seçiminde Selahattin Demirtaş'ın %9.76 oy oranını yakalaması olası bir partinin barajı geçip meclise doğrudan girebileceği inancını doğurdu. Şimdilerdeyse kapatma davası ve fezlekelerle uğraşıyorlar.

Dördüncü sırada 2007'den beri aralıksız meclisteki yerini koruyan MHP var. %11.10 oy oranıyla 46 milletvekiline sahip. 2018 seçimlerinde kimse bu partinin barajı geçebileceğini düşünmüyordu. 2015'te AKP safına geçmesiyle herkesi şaşırtan parti şaşırtmaya devam ediyor.

Bu beş parti dışındakilere minör partiler denebilir. HDP'den meclise giren İstanbul milletvekili Erkan Baş ve Hatay milletvekili Barış Atay'ın oluşturduğu ve 1965 seçimlerinde Mehmet Ali Aybar ve Behice Boran gibi değerli isimler başta olmak üzere on beş milletvekiliyle meclise giren Türkiye İşçi Partisi'ni diriltilmiş versiyonu olan TİP'in dört milletvekili var. Üye sayısı 6492 olan parti 2021'de Ahmet Şık ve Sera Kadıgil'in katılmasıyla kendini ikiye katlamıştı.

2021'de Muharrem İnce önderliğinde kurulan Memleket Partisi'nin tamamı CHP'den ayrılan üç üyesi bulunuyor. Bunlar: İzmir milletvekili Mehmet Ali Çelebi, Karabük milletvekili Hüseyin Avni Aksoy ve Yalova milletvekili Özcan Özel. Parti aynı zamada, 2014'teki cumhurbaşkanı adayı Ekmelettin İhsanoğlu'nu MHP'ye kaptıran CHP'nin bir sonraki başarısızlığı anlamına geliyordu. Partinin önümüzdeki seçimlerde ne yapacağı merak konusu.

1946'da kurulup 1950 ila 1960 arası Türkiye'yi on yıl yöneten Demokrat Parti'nin devamı olma iddiası taşıyan 2007 yılında kurulmuş Demokrat Parti'nin 2020'de Ordu milletvekili Cemal Enginyurt'un katılmasına kadar tek üyesi İYİ Parti'den seçimlere girmiş Afyonkarahisar milletvekili, aynı zamanda partinin genel başkanı Gültekin Uysal'dı.

2021'deki parti enflasyonu sonucu ortaya çıkan partilerden biri olan Zafer Partisi, MHP'den ayrılanların kurduğu İYİ Parti kadrolarıyla anlaşamayan Ümit Özdağ tarafından kuruldu. Kendisi ve Adana milletvekili İsmail Koncuk tarafından temsil edilmektedir.

1993'te Milliyetçi Çalışma Partisi'nin feshedilip MHP adını alması kararının ardından Muhsin Yazıcıoğlu tarafından kurulan Büyük Birlik Partisi yalnızca sekiz partinin seçimlere girmemiş ancak genel başkan Mustafa Destici, AKP'nin Ankara ikinci bölge milletvekili aday listesinde en tepede yer almış ve meclise girmiştir. Bununla meclisteki dört milliyetçi partinin milletvekili sayısı 87 olmaktadır.

2020'de AKP'nin kurucu kadrosundan Ali Babacan önderliğinde kurulan Demokrasi ve Atılım Partisi veya kısaca DEVA'nın tek üyesi yine AKP'den ayrılan İstanbul milletvekili Mustafa Yeneroğlu'dur.

2008'de bir yıl sonra kapanacak DTP'nin yedeği olarak kurulan BDP'nin 2014'teki kongresinde adını Demokratik Bölgeler Partisi değiştirmesinden ileri gelen muhtemelen HDP'nin yedeği olacak partinin ise tek üyesi Diyarbakır milletvekili Salihe Aydeniz.

Milli Nizam ve Milli Selamet adlı partilerle kurulan Refah ve Fazilet'le devam eden Milli Görüş geleneğinin 2001'de kurulan son temsilcisi Saadet Partisi'nin CHP listesinden meclise giren iki milletvekili vardı. Ancak İstanbul milletvekili Cihangir İslam, 2020'de partisinden istifa etmiş; 2021'de ise CHP'ye katılmıştır. Şu an yalnızca Konya milletvekili Abdulkadir Karaduman tarafından temsil edilmektedir.

IŞİD'in 101 gün boyunca 49 kişiyi alıkoyduğu Musul Başkonsolosluğu baskınında başkonsolos olmasıyla tanınan ve 2018'de CHP'den ihraç edilen Ardahan milletvekili Öztürk Yılmaz'ın 2020'de kurduğu ve meclisteki tek temsilcisi olduğu Yenilik Partisi'nin ne gibi bir yenilik getireceği bilinmemekle birlikte 2153 üyesi bulunuyor.

Seçimler ne zaman yapılır bilemem ancak böyle gelmiş böyle gider hesabı bir şeyleri değiştiremeyecekse mecliste az veya çok parti olmasının bir anlamı yok.

@eren bir ara beş gün kapandı. O ara koptum zaten. Yazdığımız şeylerde hayatın anlamı yok, o kadar da önemli değil ama insan yazıp rahatlıyor. Romalılar (ve Karl Marx) demiş zamanında: Dixi et salvavi animam meam diye. Yani "Söyledim ve ruhumu kurtardım."
Qoto eşsiz özellikleriyle çok daha iyi.

@eren koyu.space berbat bir instance. Bir hafta on günde bıktırmıştı beni.

Bugünün güzel haberi: Vikipedi Kütüphanesi'ni artık kullanabiliyorum.
Koleksiyonumda JSTOR, De Gruyter, Foreign Affairs, Orta ve Doğu Avrupa Çevrimiçi Kütüphanesi, Oxford University Press ve Women Writers Online gibi çok değerli dizinler de bulunuyor.

Bir sözcüğün tek bir doğru yazımı olması gerektiği görüşüne katılmıyorum. Makine-makina, meyve-meyva, itibariyle-itibarıyla gibi yazım ikiliklerinin ikisinin de doğru kabul edilmesinin yanında, halkın diline öyle yerleşmiş sözcüklerin dilde o haliyle kullanılması taraftarıyım. Örneğin haftanın ikinci günü olan salı Arapça üçüncü anlamındaki salis sözcüğünün Oğuzcaya uyarlanmış halidir. Başka bir örnek de Yunanca ergates sözcüğünün dilimize ırgat olarak yerleşmesidir. Hesiodos'un Ergai kai Hemerai yani İşler ve Günler adlı eserinden anımsayabiliriz bu sözcüğü.

Henüz Fransız, İngiliz veya Arap olmadığımıza göre bu dillerden aldığımız ifadeleri olduğu gibi bırakmak yerine kendi söylediğimiz tarzda dilimize yerleştirmemiz gerekir. Apörlö, haşortman, meşaz veya şarz gibi söyleyişlerle dalga geçmek yersiz olmanın yanı sıra çiğ bir tavırdır.

Bunun dışında evrak, tezahürat gibi özgün dilde çoğul olan sözcüklerin dilimizde de çoğul kabul edilmesi gerektiğini savunan çakma entelektüel bir güruh var. Bilinmesi gereken bir şey var: Bir dil, diğer dilden sözcük ödünç alabilir ama dilbilgisi kuralı ödünç alamaz.

İzlediğim filmlerden hakkında yazacağım zaman internetten güzel fotoğraflar bulmaya çalışıyorum ama eklemeyi hep unutuyorum. Saat yönüne doğru dizilmiş jüri üyelerinin olduğu bu görseli buldum ve yine eklemeyi unuttum.

Ekrem İmamoğlu 🇺🇦:verified:  
The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) ve The Green Mile (Yeşil Yol) adlı birbirinden güzel hapishane filmlerinden sonra ilk kez bir dava filmi...

Fatma Betül Sayan Kaya, sonucu YSK tarafından oylar sayılırken değiştirilen şaibeli referandum öncesi reisine yaranmak için Hollanda ile kriz yaratmaya çalışmıştı. Şimdi de İBB başkanı Ekrem İmamoğlu'na iftira atıyor. Kaç günden beri kudurmuş aktrollere yol gösteriyor. Tüm akrabalarını torpille kamuda bir yerlere yerleştirmesi gözüne dizine dursun, en kısa zamanda burnundan fitil fitil gelsin de; toplumsal ahlaksızlığın ve tabii Siyasal İslam'ın sembol ismi olmuş bu kişinin bakanlık yaptığı bir ülke zaten iflah olmaz. Neden kalkınamadığımızı sorarken bir de buraya bakmak lazım.

The Shawshank Redemption (Esaretin Bedeli) ve The Green Mile (Yeşil Yol) adlı birbirinden güzel hapishane filmlerinden sonra ilk kez bir dava filmi izledim. 1957 yapımı 12 Angry Men.

Film babasını öldürmekle suçlanan bir çocuğun jüri aşamasındaki davasını konu alıyor. Jüri on iki kişiden oluşuyor. 1950'ler Amerika'sına bakıldığında hepsi New York'taki stereotipleri yansıtan karakterler. Öncelikle jürinin tamamı beyazdır çünkü ABD'de henüz ırkçılık devam ettiği için siyahi bir jüri üyesi bulmak zordur. Filmin 90'lardaki yeniden çekilmiş versiyonunda dört siyahi jüri üyesi bulunuyordu. Sonra, jürinin tamamı erkektir. İngilizce man sözcüğünü hem adam hem de kişi olarak çevirebiliriz. Zaten dilimizde de adam, yakın bir döneme kadar insan demekti. Bugün bile yasada "adam yaralama, adam öldürme" suçları geçmektedir.

Jürinin karakter analizine bakalım bir de:
Formen yani jürinin başkanı pek bir şeye sesini çıkarmayan bir adam. Belki de en jürinin en sakin üyesi.
İki numaralı biraz sümsük bir adam. Diğerlerinin etkisi altında kalıyor.
Üç numaralı jüri, öğlunu erkek gibi yetiştirmekle övünüyor. Şiddete meyilli olmayan oğlunu dokuz yaşında şiddete alıştırmıştır. Oğlu on altı yaşına geldiğindeyse onunla kavga edip evden kaçmasına neden olmuştur. Bu karakterin vicdani hesaplaşmasını yoğun bir biçimde hissediyoruz filmde. Belki bu yüzden en çok bağıran adam bu. Kendisinde bir miktar suçluluk hissi var. Jürisi konumunda bulunduğu dava oğlunun babasını öldürdüğüne dair ciddi kanıtlar içeriyor. Kendisi bu yandan yara almış.
Dört numaralı jüri üyesi bürokratvari bir adam. Herkes sıcaktan bunalmış bir haldeyken ceketini bile çıkarmıyor. Kararından dönmesi ise çok zor oluyor.
Beş numaralı jüri üyesi banliyöde yani varoşlarda büyümüş. Cinayetin varoşlarda işlenmiş olması onu etkiliyor. Cinayetin ayrıntısına inildikçe onun da yardımı dokunuyor. Çocukla duygusal bir bağ kurduğunu görebiliyoruz.
Altı numaralı jüri üyesi badanacı. New York'taki esnaf ve zanaatkar sınıfını temsil ettiğini düşünüyorum.
Yedi numaralı jüri üyesi beyzbol maçını davadan çok düşünen bir tip. Demek ki bu zamanki aceleci tipler o zamanlarda da var. Jürilik görevinden kazanacağı üç doları, gencin hayatından daha çok düşünüyor.
Sekiz numaralı jüri üyesi, ilk oylamada suçsuz (not guilty) oyu veren tek kişi. Bize sorgulamamızı salık veriyor. Herkesin sağlam bulduğu kanıtların o kadar da iyi olmadığını bize gösteriyor.
Dokuz numaralı jüri üyesi yaşlı bir adam. Yüzeysel bir karakter. Çok derinine inilmiyor.
On numaralı jüri üyesi sürekli öksürüyor. O dönemde de pandemiler oluyordu ancak toplum sağlığı fikri çok da yerleşmemiş. Bugün öksüren biriyle iki saat aynı odada kimse kalmaz sanıyorum. Bunun yanında, kendisi varoşlara gıcık olan bir adam. Varoşlarda böyle bir cinayetin kesinlikle işleneceği önyargısını taşıyor.
On bir numaralı jüri üyesi aksanından da anlaşılacağı üzere İtalyan bir göçmen. New York'a 50'li yıllarda akın eden İtalyanları temsil ediyor.
On iki numaralı jüri üyesi davayla en alakasız tip. Reklamcılıkla uğraşıyor. Sürekli konuyu değiştiriyor. Arada dönemi yansıtacak davayla ilgisiz konuşmalar kulağımıza çalınıyor ama bu üyenin açtığı konular gerçekten çok alakasız.

İlk başta jüri üyeleri "Zaten herkesin kararı belli. Hemen oylayalım. Bitse de gitsek." kafasında. Lavaboda işini halleden birkaç kişi de son bulduktan sonra, pencereden dışarı bakıp sigara içen beyaz takım elbiseli adamın da masaya çağrılmasıyla ilk oylama gerçekleşir. Jüri üyelerinin yarısı tereddüt etmeden gencin suçlu olduğuna kanaat getirmiştir. Beş kişi de onlardan etkilenip elini kaldırmıştır. Karar oybirliğiyle alınmalıdır ancak sekiz numaralı jüri elini kaldırmamıştır. Ona neden böyle yaptığı sorulduğunda birinin ölümüne bu kadar kolay karar verilemeyeceğini, en azından bir saat tartışmaları gerektiğini söyler. Bir süre meseleyi tartışıyorlar. Sekiz numaralı jüri üyesi sakinken üç ve on numaralı jüri üyeleri saldırgandır. Tekrar oylama talep edilir ama bu sefer yazılı biçimde. On birde on bir suçlu çıkarsa sekiz numaralı jüri de suçlu oyu verecek ve genci elektrikli sandalyeye gönderecektir. Aslında bu bölümde bu kadar kolay olmasını beklemezdim. Belli ki o da baskılar sonucu diğerlerinin etkisi altında kalıyor. Bu yapılan yazılı oylamada bir suçsuz oyu çıkar. Herkes varoşlarda büyümüş beş numaralı jürinin bu oyu verdiğini düşünüyor ancak yaşlı olan dokuz numaralı jüri üyesi kendisini açık ediyor.

Sekiz numaralı jüri üyesi ayrıntılara çok iyi dikkat etmiş. Onları savunmasında kullanabileceği en iyi biçimde kullanıyor. Görgü tanıklarının ifadelerinin o kadar da net olmadığının belirlenmesinde kilit işlev görüyor. Diğer üyeler kanıtların ve görgü tanıklarının doğruluğuna %100 inanmış. Çünkü görgü tanıkları yalan yere şahitlik yapmayacaklarına dair Tanrı üzerine yemin etmiştir. Tartışmalar sürüyor. Sekiz numaralı jüri üyesi suçsuzluğuna değil suçlu olmayabileceğine dikkati çekiyor. Net olmayan kısımlar yavaş yavaş çözülüyor. İlk oylamada İtalyan göçmeni fikrini değiştiriyor. Ondan önce varoşlarda büyüyen adam bir anda suçsuz diye öne atılmıştı. Bir sonraki oylamada iki taraf eşitleniyor. Bu aşamada ortamdaki değişim de görülüyor. Yağmur yağmaya başlıyor; ileri kısımda ise başlangıçta çalışmayan vantilatör çalışıyor.

Tuvalet sahnesinde kadınlar tuvaletinin de olması garibime gitti. Sekiz numaralı jüri üyesi tatlı tatlı konuşarak herkesi ikna ediyor. Son oylamada üç suçlu oyuna karşı dokuz suçsuz oyu çıkıyor. Suçlu olduğu tezini savunanlar üç, dört ve on numaralı üyeler. Diğer ikisinin geçmişten gelen hesaplaşmaları olduğunu biliyoruz ancak dört numaralı jüri üyesi tam olarak ikna olmuyor. Onu ikna etmek için dokuz numaralı jüri üyesi gözlük ayrıntısını kullanıyor. Burası gerçekten can alıcıydı. İkircemede kalan reklamcı bile kararını kesin olarak değiştiriyor.

Sona kalan üç numaralı üye oluyor. Savunmasında mahkemedeki kanıtları ve görgü tanıklarının ifadelerini tekrarlıyor. Oğluyla olan fotoğrafını yırtması yürek burkuyor. Sonrasında kararını ağlayarak değiştiriyor ve jüri oybirliğiyle gencin suçsuz olduğuna kanaat getiriyor. Aslında onun tam olarak ikna olduğunu sanmıyorum. Vicdan azabı ağır basmış olmalı ki gencin vebalini almak istemiyor. Merdivenlerden inerken sekiz ve dokuz numaralı üyelerin diyaloğuna şahit oluyoruz ve film bitiyor. Gencin gerçekten suçsuz olup olmadığını hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Türk hukuk siteminde jüri mekanizması yok ama sosyal medya var. Özellikle Twitter, ayrıntıları tam olarak bilinmeyen davalarda halkın yönlendirmesine maruz kalıyor. Twitter'daki linç mekanizması da benzer çalışıyor. Bir kişinin herkesi fişteklemesiyle. Diğerleri çoğunlukla konuyu bile bilmiyor. Kendinden önce yazılanların bir benzerini yazarak ahlaki anlamda artı tarafa geçmiş oluyor. Funda Esen linci böyleydi. Linçseverler olayı o kadar abarttı ki kendisinin dans ettiği paylaşımların altına küfürler yazmaya kadar gitti iş. Bu aşamada sağduyulu insanları susturmak da linci işletenlerin bir görevidir. Masumiyet karinesi bu ülkede kimse için önemli değildir. "Ülkede adalet kalmamış!" diye serzenişte bulunular ama kendilerinde Roma Hukuku'ndan bile zerrece bulunmaz. Onların istediği doğa hukukudur. Babası kızının kendisine tecavüz ettiğini söylediği genci öldürünce onu tebrik etmek için sıraya girerler. Çocuğun masum, kızın iftiracı olabileceği akıllarına gelmez. Gelir, gelir ama bunun ihtimalinin bile dillendirilmesini istemez. Sosyal medyadan adalet olmayacağını işte bu yüzden savunuyorum.

Siyah-beyaz olmasına aldırış etmeden su gibi akıp giden bir tek plan filmi. Tek kelimeyle muazzam.

Kriz, beklenmedik bir zamanda devlet ve benzer örgütün cevap verme mekanizmasını çökertecek ani gerilim yatan olgu ve olaylara verilen isimdir. Bir yerde birbirinden bağımsız farklı krizler çıkabilir. Ekonomik darboğaz, salgın, doğal afetler, orman yangınları, göç akını bu türden krizlere örnektir. Bir lider krizi yönetebildiği ölçüde iyi bir liderdir. Kriz yönetimi bir anlamda liderin sınanmasıdır. Liderin kriz anında yapacağı en kötü iş krizi inkar etmektir. İçinde bulunduğumuz ekonomik darboğaz ise kontrollü veya kontrolden çıkmış bir kriz değil; bizzat yönetim erkinin istediği bir durumdur. Bu yönüyle bunun ekonomik kriz olarak yorumlanması mümkün değildir. Bu kelimenin tam anlamıyla ekonomik terördür. İktidar eliyle halk açlığa, yoksulluğa ve dahası sefilliğe mahkum edilmektedir.

24 Ocak'ın lanetli gün olduğuna inanıyorum. Bugün ölen bazı kişiler:

47 yılında Roma İmparatoru Caligula muhafızları tarafından öldürüldü.
1962'de Ahmet Hamdi Tanpınar vefat etti. Bana göre yazarlar ölüm günlerinde değil doğum günlerinde anılmalı.
1965'te Winston Churchill. Doksan yaşındaydı.
1993'te Uğur Mumcu hâlâ aydınlatılamayan bir suikaste kurban gitti. Beni bu kadar üzen az olay vardır tarihte.
2001'de Uğur Mumcu ile aynı akıbeti paylaşan Gaffar Okkan. Cinayet ile suikast arasındaki fark, birinin toplumda infial yaratacak kilit kişileri hedef almasıdır. Bu türden suikastların en can alıcı örneği Hrant Dink'tir.
2006'da tiyatrocu ve seslendirme sanatçısı Mümtaz Sevinç birlikte yaşadığı kadın tarafından öldürüldü.
2007'de İsmail Cem, akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetti.
2010'da Bizimkiler dizisinin Muhasebeci Ergun'u Erdinç Dinçer ile Olacak O Kadar ile hafızalara kazınan Nedim Doğan aramızdan ayrıldı. Şakir Eczacıbaşı'yı da bunlara eklemek gerek.
2012'de Yunan yönetmen Theodoros Angelopoulos ve 2016'da İranlı oyuncu Füruzan vefat etti.
2022 yani bugünse bir dönem Şişli'nin belediye başkanlığını da yapmış usta oyuncu Fatma Girik'in vefat haberini aldık.

@burakcakmak sekizinci olduğumuz sezondan daha berbat. Ortalık o sezonki gibi karışmadan bari. Senaryo aynı çünkü.

@kayfabeengineer@koyu.space @Neria ikisinden de uzak olmak isterim açıkçası. Üsküdar'da Osmanlı'dan kalma çok cami var. Bu ortamı yaratanlar onlar. Tercih edeceğim anlamında söylemedim yoksa.

@Neria aslında doğru. İslamcılar, Üsküdar'ı kültürel manada ele geçirmiş olsa da Salacak civarında yaşayan halk sosyal demokrat olarak nitelendirilebilir. İlçe belediyesinin AKP'li olması onlar için büyük kayıp. Yoksa Üsküdar'da ikisi Şehir Tiyatrosu, ikisi de Devlet Tiyatrosu olmak üzere dört sahne var. Yazma Eserler Daire Başkanlığı ve ne yazık ki kapanan yayınevleri var.
Kadıköy, 2010'ların ikinci yarısına kadar çok nezih bir yerdi. Klişeye düşmek istemiyorum ama Taksim'in bitirilmesiyle Kadıköy de banalleşti. AKP tarafından cezalandırılmaları da eksik kalmadı.

@Neria ben son zamanlarda Üsküdar'ı Kadıköy'e nazaran beğenmeye başladım. Bunda yeni İBB'nin sahil düzenlemesini tamamlaması çok etkili oldu. Ondan önce, Dentur ile beş dakikada Beşiktaş'a ulaşmak için kullanıyordum genelde. Fazla cami olması manevi bir huzurlu hava veriyor. İnsan umreye gelmiş gibi hissediyor.
Kadıköy ise son zamanlarda hipster gettosu haline geldi. Modern dilenciler de cabası. Buradan Maltepe-Kartal hattına uzanmayı severdim. Kurbağalıdere'yi temizlemeleri bu dönemde İBB'nin yaptığı en iyi işlerden biri oldu.

Galatasaray, 2022 yılında çıktığı dört resmi maçtan da yenik ayrıldı.

⚽ Giresunspor (0-1)
⚽ Hatayspor (4-2)
⚽ Kasımpaşa (1-3)
⚽ Trabzonspor (1-2)

Bu maçların üçünü içeride oynamamız bir yana Giresunspor maçı dışındakilerde ilk golü atmıştık.

🥅 Hatayspor maçında 23'üncü dakikada van Aanholt'un asistiyle Emre Kılınç perdeyi açmıştı. 43'te gelen beraberlik golünden sonra 45'te Kerem Aktürkoğlu skoru 2-1'e taşımıştı.
🥅 Kasımpaşa'ya karşı ise 39'da Halil Dervişoğlu ilk golü atmıştı.
🥅 Az önce biten maçta 31'inci dakikada Cicaldau penaltıdan golü bulmuştu.

Bu gidiş hiç olumlu değil. Takımı bu halde görmekten dolayı gerçekten canım çok sıkkın.

J'ai Perdu Mon Corps (Türkçe: Bedenimi Kaybettim) son zamanlarda izlediğim en derinlikli animasyon.
Filmde ailesi göçmen olan Naoufel'in elinin başından geçenler anlatılıyor. Çöpün toplanması, metroya binmek gibi alışılageldik eylemleri bedeninden bağımsız bir elin bakış açısından görmek biraz değişik.
Film boyunca flashback'ler yapılıp Naoufel'in hayatından kesitler veriliyor. Tabii, ellere özellikle dikkat çekiliyor. Bir de sinekler var.
Naoufel Fast Pizza diye bir yerde moto-kuryelik yapıyor. Ancak bu işe çok da uyumlu değil. 20 dakikadan sonra bedava olan siparişleri çoğunlukla yetiştiremiyor. Zaten onun hayali piyanist ve astronot olmaktı. Yoksa kozmonot mu demeliyim?
Yine geç kaldığı bir siparişinde Gabrielle ile tanışır. Ancak burada adının Gabrielle olduğunu bilmemektedir. Kendisiyle otomat yardımıyla iletişim kurmuştur; yüzünü dahi görmemiştir. Onun için henüz Matmazel Martinez'dir.
İlk kez Naoufel ile Gabrielle'in konuştuğu sahnede ona durumunun iyi olup olmadığını sorması kalbimi ısıttı. Naoufel ilk başta pizza için sorduğunu sanıyor. Sanırım ona daha önce böyle bir soru soran olmamış.
Naoufel, Gabrielle'in izini sürüyor. Onun hakkında detaylara erişiyor. Sonra bir gün Gabrielle'in oturduğu apartmanın önünde tesadüfen karşılaşıyorlar. Kızın yanında amcası Gigi de var. Zaten işinden bıkmış olan Noaufel, doğaçlama yaparak on yıl önce panoya iliştirilmiş çıraklık ilanı üzerinde ısrar ediyor. Bu arada, Gabrielle'i ilk gördüğümde "İçinin güzelliği dışına yansımış." diye düşünmüştüm.
Tüm bunlar olurken elin hikayesi de paralel olarak aktarılmaktadır. Naoufel, marangozhanede çıraklığına devam etmektedir. Bu sırada Gabrielle ile ilişkilerini ilerletmiştir. Onun için tahtadan bir iglu yapar. Eski ev arkadaşının Gabrielle'i habersiz partiye çağırdığı günden sonra onu buraya götürür. Ona hoş bir sürpriz de yapar. Sonuç hüsran olur.
Tüm bunlardan sonra Naoufel'in sineği öldürmek isterken elini hızara kaptırması gösterilir. Bu sahne neden sineklerin filmde geniş yer kapladığının ipucudur. Sonrasında ikisinin birbirinden bağımsız hikayelerini izleriz. Gabrielle, Naoufel'in çocukluktan beri kaydettiği kaseti dinler. Bunun sayesinde anne ve babasını trafik kazasında yitirdiğini öğrenir. Bence filmin sonuna geldiğimizde Gabrielle de Naoufel'e karşı hisler beslemeye başladı. Belki de kaseti bulmadan önce oldu bu ama iş işten geçmişti. Naoufel'in akıbeti ise belirsiz.
Şöyle bir bakınca, eller üzerinden bir anlatı ve olamayanların aşkı konu alınmış güzel bir yapım var ortada.

Gisaengçung veya Türkçe adıyla Parazit, bir tarafın %100 kötü olduğu klasik zengin-fakir filmlerinden değil.
Film, internetin bir ihtiyaç haline geldiğini vurgulayarak başlıyor. Ki ailesi o kadar fakir ki faturalarını bile ödeyemiyor. Bodrumda yaşıyorlar üstelik. Türkiye'de bodrum katta ya öğrenciler ya mülteciler yaşar. Bir ailenin bodrum katta yaşaması sefaleti ortaya koyuyor.
Ki Woo'nun arkadaşı Min, ona bir iş teklifi götürünce ailenin hayatı değişiyor. Ki Woo, zengin aileden işi kapıyor ve Da Hye'nin İngilizce öğretmeni oluyor. Bu sırada oğlum dahi sendromuna yakalanan anneyi bir şekilde kandırıyor.
Yalan rüzgarıyla önce babayı şoför olarak, sonra anneyi hizmetçi olarak aynı evde işe başlatıyorlar. Burada bir yerde Kore'deki üniversite mezunu işsizlerden söz ediliyor. Demek ki bu durumda Kore, Türkiye ile aynı kaderi paylaşıyor.
Ailenin reisi veya başka bir deyişle yeni şoför Ki Taek'in ev sahipleriyle konuşurken kafasını yoldan çevirip onların yüzüne bakması da dikkatimi çekti.
En beğendiğim bölüm sel bölümü oldu. 23 Haziran 2020'de Esenyurt'ta bir kişinin öldüğü sel felaketi geldi aklıma. Yani daha kadar sel yüzünden insanların öldüğü bir kentte yaşıyorsanız empati kurmanız kolay olacaktır. Bu sahnelerdeki göndermeler de çok yerindeydi. Sonunda spor salonunda uyanmaları ve babanın diyaloğu beni bitirdi.
Zengin ailenin kampa gittiği sırada zengin gibi yaşamaya karar veren fakir ailenin başı eski hizmetçi Moon Gwang'ın evi ziyaret etmesiyle baltalanıyor. Moon Gwang, sığınaktaki kocasına yemek yedirmek için gelmiştir aslında. Filmin bu bölümünde Koreliler'in Kuzey Kore korkusunu hissedebiliyorsunuz. Neyse ki bizim uğruna sığınaklar inşa edeceğimiz bir düşmanımız yok.
Fakirin fakirle çetin mücadelesinin fakirin zenginle olan mücadelesinin önüne geçtiği fikrini verdiği için filmin yapımcılarını ne kadar kutlasam az. Çünkü ezilen ezileni daha çok ezer. Ezilenlerin dayanışmaşı ütopik bir hayaldir. Belki bir gün gerçek olur ama o gün bugün değil.
Sonunda kanlı bir mücadele olur ve her şey değişir. Moon Gwang'ın kocası Geun Se partide dehşet saçar. Bunun sonu üç ölü olur. Biri Geun Se'nin kendisi, biri Jessica veya gerçek adıyla Ki Jung, diğeri ise zengin baba Dong Ik'tir. Ki Woo da yaralanmıştır ancak gözlerini hastanede açar.
Bundan önce şartlı tahliye ile hukuk, avukat ve doktor ile de liyakat eleştirisi yapıldığını düşünüyorum. Medya da nasibini almış bu eleştirilerden.
Mors alfabesi ile mesajlaşma ve Ki Woo'nun kod kırıcılığı bir yanda dursun, sondaki zengin olma hayali çok fenaydı. Kapitalizmin bu kadar vahşi olduğu diyarlarda sınıf atlamak çok zordur çünkü buralarda ekonomik sınıflar bir çeşit kasttır.
Ki Woo ile Da Hye arasındaki aşka da parantez açmak istiyorum. Kız gözüme çocuk gibi geldiği için öpüşme sahnelerini gayri ahlaki bulmuştum ancak karakteri canlandıran Ji-so Jung 1999 doğumluymuş. Yine de hem arkadaşının sevdiği olduğu için hem de hoca-öğrenci ilişkisini aştığı için Ki Woo'nun yaptığı ırz düşmanlığıdır.
Babanın, evin yeni sahipleri olan İsviçreli çifti Alman olarak tanıtması ve "Sosis ve biradan başka şeyler de yiyorlarmış." serzenişi bana bizim her çekik gözlüyü Japon olarak yorumlamamıza nazire gibi geldi.
Her anlamda muhteşem bir filmdi. Ancak buradan "Kore böyle lanet bir yerdir." bir önermesi çıkmaması lazım. Sonuçta bu bir belgesel değil; bir filmdir. Her film kendi gerçekliğini yaratır.

"Türkiye'de üniversite rektörü mü daha çoktur yoksa profesyonel futbol takımı teknik direktörü mü?" diye bir soru ne zamandır aklımı kurcalamaktaydı.

Türkiye'de 2021-22 eğitim-öğretim yılı itibariyle 78'i özel 209 üniversite bulunuyor. Bunların 58'i İstanbul'da.
Türkiye'de en üst düzey futbol ligine Süper Lig denir ve bu sezondan itibaren 20 takımla oynanmaktadır. Birinci Lig'de 19, iki gruptan oluşan İkinci Lig'de 39, üç gruptan oluşan Üçüncü Lig'de ise 55 takım bulunur. Bunların toplamı bize 133'ü vermektedir. İstanbul'daki profesyonel takım sayısı ise altısı Süper Lig'de olmak üzere 19'dur.

Dövüş Kulübü veya orijinal adıyla Fight Club'un en iyi üç parodisi:
🟢 24 Haziran 2014'teki Pixies konserinin tanıtımı için çekilmiş Ayberk Olgay'ın yönettiği, Kamusal Mizah'tan Özgür Turhan ve Mahmut Dalyan'ın oynadığı Fayt Kılab serisi (2014)
🟣 Veysel Zaloğlu'nun Yalnızlar Kulübü. Özgün esprileri barındırmasının yanında kendisinin dublaj yeteneğini sergilediği bir parodi olmuş (2015)
🟠 Deep Turkish Web'in Dövüş Kulübü İzledikten Sonra Gaza Gelen Adam videosu filmin parodisi olmasa da yaptığı yerinde tespitlerle burada olmayı hak ediyor (2018)

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.