Gisaengçung veya Türkçe adıyla Parazit, bir tarafın %100 kötü olduğu klasik zengin-fakir filmlerinden değil.
Film, internetin bir ihtiyaç haline geldiğini vurgulayarak başlıyor. Ki ailesi o kadar fakir ki faturalarını bile ödeyemiyor. Bodrumda yaşıyorlar üstelik. Türkiye'de bodrum katta ya öğrenciler ya mülteciler yaşar. Bir ailenin bodrum katta yaşaması sefaleti ortaya koyuyor.
Ki Woo'nun arkadaşı Min, ona bir iş teklifi götürünce ailenin hayatı değişiyor. Ki Woo, zengin aileden işi kapıyor ve Da Hye'nin İngilizce öğretmeni oluyor. Bu sırada oğlum dahi sendromuna yakalanan anneyi bir şekilde kandırıyor.
Yalan rüzgarıyla önce babayı şoför olarak, sonra anneyi hizmetçi olarak aynı evde işe başlatıyorlar. Burada bir yerde Kore'deki üniversite mezunu işsizlerden söz ediliyor. Demek ki bu durumda Kore, Türkiye ile aynı kaderi paylaşıyor.
Ailenin reisi veya başka bir deyişle yeni şoför Ki Taek'in ev sahipleriyle konuşurken kafasını yoldan çevirip onların yüzüne bakması da dikkatimi çekti.
En beğendiğim bölüm sel bölümü oldu. 23 Haziran 2020'de Esenyurt'ta bir kişinin öldüğü sel felaketi geldi aklıma. Yani daha kadar sel yüzünden insanların öldüğü bir kentte yaşıyorsanız empati kurmanız kolay olacaktır. Bu sahnelerdeki göndermeler de çok yerindeydi. Sonunda spor salonunda uyanmaları ve babanın diyaloğu beni bitirdi.
Zengin ailenin kampa gittiği sırada zengin gibi yaşamaya karar veren fakir ailenin başı eski hizmetçi Moon Gwang'ın evi ziyaret etmesiyle baltalanıyor. Moon Gwang, sığınaktaki kocasına yemek yedirmek için gelmiştir aslında. Filmin bu bölümünde Koreliler'in Kuzey Kore korkusunu hissedebiliyorsunuz. Neyse ki bizim uğruna sığınaklar inşa edeceğimiz bir düşmanımız yok.
Fakirin fakirle çetin mücadelesinin fakirin zenginle olan mücadelesinin önüne geçtiği fikrini verdiği için filmin yapımcılarını ne kadar kutlasam az. Çünkü ezilen ezileni daha çok ezer. Ezilenlerin dayanışmaşı ütopik bir hayaldir. Belki bir gün gerçek olur ama o gün bugün değil.
Sonunda kanlı bir mücadele olur ve her şey değişir. Moon Gwang'ın kocası Geun Se partide dehşet saçar. Bunun sonu üç ölü olur. Biri Geun Se'nin kendisi, biri Jessica veya gerçek adıyla Ki Jung, diğeri ise zengin baba Dong Ik'tir. Ki Woo da yaralanmıştır ancak gözlerini hastanede açar.
Bundan önce şartlı tahliye ile hukuk, avukat ve doktor ile de liyakat eleştirisi yapıldığını düşünüyorum. Medya da nasibini almış bu eleştirilerden.
Mors alfabesi ile mesajlaşma ve Ki Woo'nun kod kırıcılığı bir yanda dursun, sondaki zengin olma hayali çok fenaydı. Kapitalizmin bu kadar vahşi olduğu diyarlarda sınıf atlamak çok zordur çünkü buralarda ekonomik sınıflar bir çeşit kasttır.
Ki Woo ile Da Hye arasındaki aşka da parantez açmak istiyorum. Kız gözüme çocuk gibi geldiği için öpüşme sahnelerini gayri ahlaki bulmuştum ancak karakteri canlandıran Ji-so Jung 1999 doğumluymuş. Yine de hem arkadaşının sevdiği olduğu için hem de hoca-öğrenci ilişkisini aştığı için Ki Woo'nun yaptığı ırz düşmanlığıdır.
Babanın, evin yeni sahipleri olan İsviçreli çifti Alman olarak tanıtması ve "Sosis ve biradan başka şeyler de yiyorlarmış." serzenişi bana bizim her çekik gözlüyü Japon olarak yorumlamamıza nazire gibi geldi.
Her anlamda muhteşem bir filmdi. Ancak buradan "Kore böyle lanet bir yerdir." bir önermesi çıkmaması lazım. Sonuçta bu bir belgesel değil; bir filmdir. Her film kendi gerçekliğini yaratır.
"Türkiye'de üniversite rektörü mü daha çoktur yoksa profesyonel futbol takımı teknik direktörü mü?" diye bir soru ne zamandır aklımı kurcalamaktaydı.
Türkiye'de 2021-22 eğitim-öğretim yılı itibariyle 78'i özel 209 üniversite bulunuyor. Bunların 58'i İstanbul'da.
Türkiye'de en üst düzey futbol ligine Süper Lig denir ve bu sezondan itibaren 20 takımla oynanmaktadır. Birinci Lig'de 19, iki gruptan oluşan İkinci Lig'de 39, üç gruptan oluşan Üçüncü Lig'de ise 55 takım bulunur. Bunların toplamı bize 133'ü vermektedir. İstanbul'daki profesyonel takım sayısı ise altısı Süper Lig'de olmak üzere 19'dur.
Dövüş Kulübü veya orijinal adıyla Fight Club'un en iyi üç parodisi:
🟢 24 Haziran 2014'teki Pixies konserinin tanıtımı için çekilmiş Ayberk Olgay'ın yönettiği, Kamusal Mizah'tan Özgür Turhan ve Mahmut Dalyan'ın oynadığı Fayt Kılab serisi (2014)
🟣 Veysel Zaloğlu'nun Yalnızlar Kulübü. Özgün esprileri barındırmasının yanında kendisinin dublaj yeteneğini sergilediği bir parodi olmuş (2015)
🟠 Deep Turkish Web'in Dövüş Kulübü İzledikten Sonra Gaza Gelen Adam videosu filmin parodisi olmasa da yaptığı yerinde tespitlerle burada olmayı hak ediyor (2018)
İstanbul'daki demiryolu ulaşımından sorumlu şirket Metro İstanbul A.Ş.'dir. Bunun iki istisnası var. Birincisi tarihi Tünel hattını ve Taksim'deki nostaljik tramvayı İETT'nin işletmesi, diğeri ise Marmaray'ı TCDD'nin işletmesidir.
Çocukluğumdan beri kullandığım metroda adını bir istasyona veren üniversiteler ilgimi çekmiştir hep. Bunun bir listesini hazırladım.
🔴 M1 hattında Davutpaşa - Yıldız Teknik Üniversitesi istasyonu var. Yıldız Teknik Üniversitesi'nin ikincil yerleşkesiydi burası ama belli bir zamanda Yıldız Yerleşkesi iktidar tarafından ele geçirilince üniversitenin bir numaralı yerleşkesi haline geldi. Sanırım YTÜ'de tam olarak bir kültür oturmadığı için bu gasp pek ses getirmedi.
🌐 M2'de üniversiteye çıkan iki durak var. Yenikapı'dan metroya bindiyseniz ilk göreceğiniz durak Vezneciler - İstanbul Üniversitesi olur. Bu, hattaki ikinci duraktır zaten. Yolculuğun sonlarına doğruysa İTÜ - Ayazağa'ya ulaşırsınız. Bu benim kısaltmam değil. Durağın adı tam olarak bu.
🔵 M6, dört durağıyla bir minimetrodur. M2'nin Levent istasyonu vasıtasıyla buraya bağlanırsınız. Son durağı Boğaziçi Üniversitesi / Hisarüstü'dür. Zaten metronun yolcularının büyük kısmı Boğaziçili'dir.
⚪ T1, yine böyle iki durağa sahiptir. Kabataş'tan bindiğinizi farz edersek hemen ikinci durağınız Fındıklı - Mimar Sinan Üniversitesi olacaktır. Bu üniversitenin adı yönetiminin 2003'te aldığı kararla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olmuştur gerçi. Çok uzatmadan Tarihi Yarımada'ya girer tramvay ve Beyazıt - Kapalıçarşı'dan sonra Laleli - İstanbul Üniversitesi çıkar karşınıza.
⚫ Bunlar dışında T5'te Üniversite adlı bir durak vardır. Alibeyköy Merkez ile Silahtarağa Mahallesi arasındaki bu durakla, Bezmialem Vakıf Üniversitesi'nin Eyüp Kampüsü'ne doğrudan; İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin Santralistanbul Kampüsü'ne ise Alibeyköy Deresi üzerinden geçen köprü vasıtasıyla ulaşılabilmektedir.
Ⓜ️ Bunlar dışında M4'ün Ünalan istasyonu İstanbul Medeniyet Üniversitesi'ne çıkmaktadır. 10 yıldır yetkili isimlerin bunu düşünüp en azından istasyonun adının peşi sıra bu üniversitenin adını eklemeleri gerekirdi. Çünkü bu istasyonu kullananların ezici çoğunluğu bu üniversiteyle bir şekilde ilişkili.
🔘 Nostaljik tramvayın bir durağının adı Galatasaray Lisesi. M5'te ise İmam Hatip Lisesi istasyonu var. Ancak ben bunlarla pek ilgilenmiyorum.
En son 2018 baharında birine aşık olmuştum. O zamandan beri kimseye karşı böyle duygularım depreşmedi. Geçen zaman:
💔 2018 yaz
🍂 2018 güz
❄️ 2018-19 kış
🌻 2019 bahar
☀️ 2019 yaz
🍁 2019 güz
☃️ 2019-20 kış
🌈 2020 bahar
😎 2020 yaz
🌦️ 2020 güz
🏂 2020-21 kış
🌷 2021 bahar
🔥 2021 yaz
💧 2021 güz
🌨️ 2021-22 kış
Yani 14 mevsim olmuş. On beş olmak üzere. Sanırım artık kalbim mühürlendi. Bir daha birini sevebileceğimi pek sanmıyorum.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın Şubat ayı oyun düzeni berbat. Oyun sayısı az ve Harbiye, Fatih, Müze Gazhane, Üsküdar Mushipzade Celal ve Ümraniye sahnelerinde toplanmış.
⚪ 2 Şubat 2022 günü 15.00 seansları var. Fatih Reşat Nuri'de Öldün, Duydun mu?, Üsküdar Musahipzade Celal'de Engin Alkan'ın yeni bir tarzda yorumladığını Sofokles'in yazmış olduğu Antigone ve Müze Gazhane Büyük Sahne'de Zehir adlı oyunlar var.
⚪ Aynı oyunlar aynı sahnelerde 3 Şubat 20.30, 4 Şubat 20.30 ve 5 Şubat 15.00 ve 20.30'da sahnede olacak. Yani bir haftada beş kere sahne alınıyor.
⚪ Pazar günleri çocuk oyunlarına ayrılmış. Çocuk oyunu izlemeyeceğim ve dahi çocuğum olmadığı için burasıyla çok ilgilenmiyorum.
⚪ 9 Şubat 20.30'da Harbiye Muhsin Ertuğrul'da Yatak Odası Komedisi adlı oyunun prömiyeri var. Bu ay gelen iki yeni oyundan biri bu. Aynı saatte Müze Gazhane Meydan Sahne'de 12 Eylül dönemini ele alan Kimse Öyle Şeyler Konuşmuyor Artık ve Ümraniye Sahnesi'nde Nobel Edebiyat Ödülü sahibi yazar Harold Pinter'in kaleminden çıkmış olan Kutlama adlı oyunlar bir aksilik olmazsa sahnede olacak.
⚪ Aynı oyunlar aynı mekanlarda 10 Şubat 20.30, 11 Şubat 20.30, 12 Şubat'ta ise 15.00 ve 20.30'da oynanacak.
⚪ 16 Şubat haftası yalnızca iki oyun var. Biri yeni İBB'nin bir çeşit komünist progandası olarak gördüğüm Yaftalı Tabut Müze Gazhane Büyük Sahne'de, diğeri ise Yatak Odası Komedisi. O da Üsküdar Musahipzade Celal'de.
⚪ 16 Şubat 15.00, 17 Şubat 20.30. 18 Şubat 20.30. 19 Şubat 15.00 ve 20.30 oyunların saati.
⚪ Şubat ayının son haftası dört oyun var. Bunların biri yeni. Harbiye Muhsin Ertuğrul'da sahneye konacak, 2004'te töre cinayetine kurban giden Gülendam'ın hikayesinin anlatıldığı Gül'e Ağıt. Seyirciden oldukça büyük bir ilgi gören Zehir, Müze Gazhane Meydan Sahne'de, Levent Üzümcü'nün oynadığı geleneksel Türk tiyatrosu ile modern tiyatro arasında bir tarza sahip Rüstemoğlu Cemal'in Tuhaf Hikayesi Kağıthane Sadabad'da, Tatlı Kaçık ise Ümraniye Sahnesi'nde olacak.
⚪ Bu oyunların tarih ve saatleri şöyle: 23 Şubat 20.30, 24 Şubat 20.30, 25 Şubat 20.30, 26 Şubat 15.00 ve 20.30.
🔴 20 Kasım 2003 günkü terör saldırısının kurbanlarından biri olan tiyatro emekçisi Kerem Yılmazer'in adını taşıyan Üsküdar'daki sahne yanında Gaziosmanpaşa ve Sultangazi Hoca Ahmet Yesevi sahneleri yalnızca çocuk oyunları için kullanılacak.
🔴 Tüm bunları pandeminin sanat dünyası üzerindeki kötü etkisi olarak yorumlamak mümkün tabii ama 108 yıllık bir kurumun bu halde olmasının tek suçlusunun pandemi olacağını düşünmüyorum.
Hrant Dink, 15 (yazıyla on beş) yıl önce bugün, saat 15.05'te Halâskârgazi Caddesi'nde öldürüldü.
On beş yıl, 180 ay, 780 hafta ve 5479 gün yapıyor. Geçen sürede ülkemizin durumunun kötüye gitmekten çok, acınası bir hal aldığını düşünüyorum.
Ülkenin durumundan ziyade "Hrant Dink böylesi alçak bir suikasta uğramasaydı ne olurdu" diye düşünüyorum ancak neler olabileceğine tam olarak karar veremiyorum.
Bugün pandemi sürecinde açılan M7 Mecidiyeköy-Mahmutbey ve T5 Eminönü-Alibeyköy Cep Otogarı hatlarını denedim.
Kanal D'nin dibindeki Göztepe Mahallesi istasyonundan bindim.
🔵 Fazla uzun olmayan iki yürüyen merdiven sonra platforma ulaşabiliyorsunuz. Derinlik bakımından çevresindeki M1b ve M3 ile kıyaslayınca çok iyi bir sonuç.
🔵 Beş veya altı dakikada bir geliyor. Bekleme süresi ideal. 14.45 sularında tenha denebilecek bir sirkülasyonu vardı.
🔵 Dört vagonlu bir araç geldi. Bunu pik saat olmamasına bağlıyorum.
🔵 M5'ten sonra İstanbul'un bir başka sürücüsüz metrosu. İç ve dış tasarımı da ona benziyor. Koltuklar iki yanda birbirine bakacak şekilde tasarlanmış. Koltuk renkleri Marmaray'ınki gibi camgöbeği tonları. Kenardakiler daha koyuyken içtekiler açık renkli. Tutamaklar ise Marmaray'dakiler gibi sabit değil.
🔵 İndiğim Alibeyköy'e kadar istasyonlar ada biçiminde yani tek bir platformdan oluşuyor. Bu aslında iyi bir şey çünkü hep aynı kapı açılıyor. Alibeyköy'de ise kenar platform şeklindeydi.
🔵 Kapının üzerindeki erkanlardan durakları takip edebiliyorsunuz. Onların yanına, koltukların tepesine ikişer adet ekran konmuş. Bu da M4'teki gibi göze batan, rahatsız edici cinsten değil.
🔵 Anonsun ses seviyesi bir miktar yüksek ama kadının sesi diğer metrolara nazaran daha tok.
🔵 Durağa gelmeden yavaşladığı için savrulma çok az oluyor. Bu yönüyle yolculuk daha konforlu oluyor.
🔵 Alibeyköy durağını köprü üzerine inşa etmişler. Yolculuğum sırasında gördüğüm yeryüzündeki tek durak da buydu. Klasik bir Karadeniz kenti manzarası bu köprüden görülebiliyordu.
🔵 T5'e olan aktarması kötü. Göstergeler tam olarak hazırlanmamış. Nereye döneceğimi şaşırdım.
🔵 Benim işime yaramıyor ama milyonla insana yarar sağlayacak bir hat. Mecidiyeköy durağının açılmasıyla tam işlerliğini kazandı.
🔴 Tramvay on dakikada bir geliyor. Bu bana çok da ulaşım amaçlı olmayan nostaljik tramvayları anımsattı.
🔴 Süreyi gösteren tabela cortlamış. Sürekli başka bir sayıyı gösteriyordu.
🔴 Her istasyonda birer ikişer güvenlik görevlisi var.
🔴 Dörtlü vagon seti geldi. İstasyonun ortasında beklerken son kısmına koşarak yetişmek zorunda kaldım. Yine de ayakta yolcu yoktu. Belki de saatle alakalı bir durum bu.
🔴 Üniversite durağı Bezmialem Vakıf Üniversitesi'nin Eyüp Kampüsü'ne çıkıyormuş. Çok dikkat etmemekle birlikte ben bu durağı Kadir Has Üniversitesi olarak düşünmüştüm. Bu adı kullanmalarının nedeni sanırım özel bir üniversitenin reklamını yapmak istememeleri.
🔴 Tramvaydan çok M1'in ilk açıldığı zamanki hafif metro haline benziyor. Yolun kenarına itilmiş. Manzara başta pek iyi değil ama Teleferik'ten sonra güzelleşiyor.
🔴 Koltuklar T4'teki gibi klasik biçinde tasarlanmış ancak koridor bir miktar dar.
🔴 Anons yapan ses trip atan sevgili gibi. Biraz ölgün bir havası var.
🔴 Kapının üzerindeki yol göstergeci M3 ve M4'tekine benziyor. Kırmızı ve yeşil renkli ampülleri kullanmışlar.
🔴 Reklam ekranı her vagonda bir tane var ve neredeyse herkesin görebileceği vaziyette.
🔴 Hızı bir tramvaya nazaran fena değil hatta hızlı bile sayılır. Frenlemesi T1 kadar sert değil. Yolu da onun gibi sürekli trafikle kesilmiyor. Bu proje esnasında düşünülmüş olmalı. İBB'yi burada tebrik etmek gerekir.
🔴 Son durağın Cibali olması kötü olmuş. Biraz ortada kalmış. Eminönü'ne giden ücretsiz ringler varmış ama ne kadar bekleyeceğimi bilmediğim için tercih etmedim ve yürüdüm. Eminönü etabı tamamlandığında daha iyi olacaktır.
🔴 Bu hat bana ölü proje gibi geldi. Alibeyköy-Eyüp-Balat aksında ne kadar insan yaşıyor ki bu hattı kullansın? İleride uzatılıp daha çok kişinin faydalanması sağlanacaktır elbet ama bu haliyle harcanan elektriğe ve personel masrafına üzüldüm. Bu hat 2018'de durmuştu; devam ettirilmeyebilirdi. Yanından geçip giden otobüs hatları kapatılmadan kâra geçebileceğini sanmıyorum.
Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi'nin kaleme alıp yine Feyyaz Yiğit ve Kıvanç Kılınç'ın başrollerinde olduğu Gibi dizisi, son yılların en iyi yerli dizisi olabilir.
Leyla ile Mecnun ile Türk televizyonlarına giren absürt mizahın belki de en iyi örneklerinden. Bu bakımdan Leyla ile Mecnun'un ilk sezonuyla yarışır. İlgili dizi sette yaşanan talihsiz bir kavga sonucu oyuncuları Ezgi Asaroğlu, Ushan Çakır ve Beste Bereket diziden ayrılmış ve ikinci ve üçüncü sezonda ilk sezondaki havayı verememişti. Gibi'nin benzer akıbet yaşamamasını umarak ilk sezon bölümlerini değerlendirmeme geçiyorum.
İlk bölüm olan Kokariç'i YouTube'dan, diğer on bir bölümü Dizipal'den izledim.
1) Badana [AA]
Bölümdeki badana gibi insanlar tanıdığım için gerçekten eğlendiğim bir bölüm oldu. Boyacıların evi kendi seçtikleri renge boyama isteğine de değiniliyor. Mavi ve yeşil en sevdiğim renkler. Keşke benim odamın duvarı böyle olsa.
2) Karanlık Güç [AA]
Özellikle koronavirüs salgını sürecinde yaşadığımız akıl tutulmasını güzel işlemiş bir bölümdü. Nabukadnezar da pandemi sürecinde her gün televizyon ekranlarına çıkan "uzman"ları temsil ediyor olmalı.
3) Erasmus'la Gelen Yamyam [AA]
Umut Sarıkayavari harika tespitler içeren bölüm. Ahmet Kürşat Öçalan'ı da ayrıca tebrik etmek gerekiyor. Mezarlık sahnesine bayıldım.
4) Vatka [BA]
Yılmaz'ın yine burnunun dikine gitmesi üzerine kurulan bir hikaye var bu bölümde. Dönem faşisti kadın ile Yılmaz'ın tartıştığı sahne olağanüstü. İlkkan'ın her kadınla aynı fikirde olması da dikkatten kaçmamış. Sonunda Yılmaz'ın annesinin yanına gitmesi de yüreğimi parçaladı. Gerçekten de bir anne çocuğuna öyle şeyler yakıştıramaz.
5) Kokariç [BA]
Fotoğraf çekmeyi seven her insanın başına gelmiştir bu sorgulama. Derdini anlatamayan iki arkadaşın köfteci açmaya varan mücadelesi, pilot bölüm olması nedeniyle de başarılı olmuş. Bu bölüm iyi olmasaydı diğerlerini izlemezdim muhtemelen.
6) Atın Bulunuşu [BB]
Tarih öncesinden "Ata ilk binmiş, bu ne cüret?" sorusunun cevabı niteliğinde bir bölüm. Obadaki güç mücadelesi de iyi işlenmiş. En beğendiğim replik "Kuş et mi?" oldu.
7) Nü Model [BB]
İBB Şehir Tiyatroları'nın Geç Kalanlar, Can Yeleği ve Kısraklı Kadın oyunlarından da tanıdığımız Elçin Atamgüç halk düşmanı rolünü çok iyi oynamış. Abidin Dayı ise çok orijinal bir karakter olmuş. Mimar Sinan mezunu olduğum için öğrencilerin de gayet gerçekçi olduğunu birinci elden söyleyebilirim.
8) İkinci Yol [BB]
İlkkan'ın gerçek anne babasını aradığı ancak sonuçsuz kalınan bir bölüm. Oradan oraya taşınmaları komik. Sarı Salim karakteri çok hoşuma gitti.
9) Kan Parası [CB]
İlkkan'ın ayağını araba ezdiğinde motoruyla gelen Ceyhun'un açtığı kafede çay tabağının düşmesi sonucu kalp krizi geçirerek hayata gözlerini yuman Ramo Baba'nın yakınları ile Yılmaz ve İlkkan'ın başından geçenler anlatılıyor.
10) Ayırtma Yenilemesi [CB]
Salaş Meyhane sahnesi hatrına beğendiğim bölüm oldu. Diğer kısımlarda klişeye kaçılmış maalesef. Ancak büyücünün Din&Bilim adını kullanması gibi ibretlik tespitler yok değil.
11) Yılmaz Bey Banyo [CC]
Burada yine Yılmaz'ın burnunun dikine gittiği, İlkkan'ın uyardığı ve sonunda Yılmaz'ın İlkkan'ın söylediğine geldiği senaryo izlenmiş. Yılmaz'ın "Sosyal medyada olsam hak verirdin." demesi ise takdire şayan.
12) Yanlış Mentor [CC]
Bölüm süresince, "Bu Yılmaz ne iş yapıyor, geçimini neyle sağlıyor?" diye düşündüm. Yılmaz yine ilk seferde Şefik'in sahtekar olduğunu anlamıyor. Olay döngüsü diğer bölümlere benziyor.
Bu sabahki kahvaltım Pizza-Noodle. Bu Doğu-Batı sentezi ilk benim aklıma gelmemiştir elbette.
Piyasadaki noodle'larda Çin tuzu olarak da bilinen Monosodyum Glutamat bulunduğu için A101'de satılan altılı sade Banetti noodle kullandım. Köri ve toz baharatla tatlandırdım. Pizza ise Dr. Oetker.
Şimdilik uyumlu bir ikili olduğunu düşünüyorum.
Sevmek Zamanı'nda iki ana karakter Halil ve Meral'in aşk hikayesi anlatılyor.
Film, Halil karakterinin bir fotoğrafa bakıp iç geçirmesiyle başlıyor. Ben başta bu evi onun evi sandım ama Meral karakteri eve gelince meseleyi idrak edebildim. Onun evine giren birine böyle sevecen davranışı da naifliğiyle alakalı muhtemelen.
Duvardaki fotoğrafa sürekli resim diyorlar. Fotoğrafa resim deme geleneği buradan başlamış olabilir.
Meral ile Halil fotoğraf üzerine tartışıyorlar. Burada sanat felsefesinde gördüğümüz iki zıt görüş karşı karşıya geliyor aslında: taklit olarak sanat ve yaratım olarak sanat.
Halil, "Bu sen değilsin, resmin. Ben sana değil resmine aşığım." deyince bu tavrı sapıkça bulmakla beraber Picasso'nun "Bu balık değil bir resimdir." anısı kafamda canlandı.
Meral ise bu fotoğrafın imge, kendisinin olgu olduğunu savunuyor. Ancak görüyoruz ki fotoğraf ile kendi sureti arasında biraz fark var. Mesela, bir fotoğraf çekilirsin ve bunu çok beğenirsin; her yerde profil fotoğrafı yaparsın. Sonra yıllar geçer ama daha iyi bir fotoğrafın olmamıştır. Fotoğrafta 21 yaşındayken şu an 24 yaşındasındır. Değişmişsindir fakat yine de fotoğraftaki sensindir. Bu durum da bunun gibi biraz.
Meral'in Halil'e karşı aşkı bundan sonra başlıyor. Halil başta onu önemsemiyor ancak yoldaşı Derviş Mustafa, "Bizi sevenleri üzmeye hakkımız yok" deyince bu tavrından vaz geçmeye başlıyor. Bu arada Mustafa, Halil fotoğrafı süzüp iç geçirdiğinde uduyla hep aynı besteyi çalıyor.
Sonrasında Adalar'dan İstanbul'a gidiliyor. Bu aşamada Eminönü ve Suriçi'nden görüntüler görüyoruz. Türkçe arı duru konuşuluyor ancak kesinlikle mekanik değil. Müziklerin yanında oyunculuklar da oldukça iyi.
Bir keresinde Maslak'a atış yapmaya gidiyorlar. Şimdilerde plaza cenneti olan Maslak o zamanlar köyden hallice.
Meral'in bir sevgilisi olduğunu öğreniyoruz. Adı Başar. Başar ile Halil birkaç kez karşı karşıya geliyor. Meral, Başar'ı terk ediyor ancak Başar bunu kendine yediremiyor. Meral'in Başar'ın arabasından ayakkabıları olmadan inmesi ve karın üzerinde yalın ayak yürümesi de dikkat çekici.
Halil ile Meral evliliğe karar verdiğinde Meral'in babası Halil'e ekonomik gerçekliği hatırlatıyor.
Sonunda gazeteye de konu olan bir evlilik gerçekleşeyazıyor Meral ile Başar arasında ancak Meral kaçıp Halil'in yanına geliyor. Sonunda ise Başar, her ikisini de vuruyor.
Platon'un mağara alegorisini de anlattığı düşünülen muhteşem bir Metin Erksan filmi.
BİM'in yeni çıkan meyve sularını beğendim.
Aroma Bursa Meyve Suları ve Gıda Sanayi Anonim Şirketi tarafından üretilen ürün 6.90 liraya satılıyor ve ilave şeker içermiyor.
6 Ağustos 2014'te yayınlanan Türk Gıda Kodeksi Meyve Suyu ve Benzeri Ürünleri Tebliği'nin dördüncü maddesi ç bendine göre "Sağlam, olgun, taze veya soğukta ya da dondurularak muhafaza edilmiş, tek meyvenin veya daha fazla meyve karışımının yenebilir kısımlarından elde edilen, elde edildiği meyve ve meyvelerin karakteristik renk, aroma ve tadına sahip, fermente olmamış fermente olabilen ürünü" tanımlamak için kullanılır.
Bunun dışında kalanlar meyve nektarı veya meyve suyu konsantresi oluyor.
Matruşka adlı oyunu Reşat Nuri'de izledim.
Oyun, sahnede başlamıyor; sahnede devam etmiyor. Seyirciyi de içine alan interaktif bir oyun. Nasıl başladığını ve nasıl bittiğini anlayamıyorsunuz.
Kadın-erkek ilişkilerini irdeliyor. Bu yüzden iki karakter var: Kadın ve erkek. Adamın oyunculuğu daha gerçekçiydi. Kadın başlangıçta Google Translate gibi konuşuyordu. Sonrasında düzeldi. Yaka mikrofonu da ilk etapta rahatsız ediciydi.
Hikaye içinde hikaye olmasıyla neden matruşka adını aldığı anlaşılabiliyor. Matruşka sonlara doğru bir hediye olarak ortaya çıkıyor.
Burada dikkat çekmek istediğim bir başka konu da oyunun itemler üzerine kurulu olması. Kadının ayakkabısı ve kağıda sarılı yufka, matruşkanın yanında oyun boyunca gözümüze çarpan itemler. İtemleri severim çünkü ben de felsefemi itemler üzerine kuruyorum.
Onun dışında hikaye örgüsünde adamın karısı, kayınbiraderi, kadının anne-babası gibi ana iki kişiden farklı kişilerden bahsedilmiş olsa da bunlar fon olarak kalmış. Olay tamamen bu iki kişi üzerinden dönüyor.
Günümüz ilişkilerindeki yalan rüzgarını anlatması bakımından güzel sayılabilecek bir eser ama bunu zaten yaşayarak görüyoruz. Oyunu diğerlerinden farklı kılan yenilikçiliği.
Alıntılamayı unutmuşum. Hedef göstermenin bir yolu olduğu için desteklemiyorum ama bu özellik diğer Mastodon sunucularında yok.
Burası bayağı iyiymiş. Not ettiğim birkaç eşsiz özelliği:
🔣 Satır içi formül yazabilme,
💙 Toot ve biyografi için 65535 karakter,
🎉 Grup desteği, tootları yalnızca grupla paylaşabilme,
😍 Yalnızca heştek ve kullanıcı adıyla arama yerine tam metin araması,
🌐 Federe etmeyip yalnızca qoto.org sunucusunda paylaşım yapabilme,
🔔 Takip butonunun yanındaki zile tıklayarak ilgili kişi toot attıkça bildirim almak.
🇸🇪 Mereyusblogg
Romersk medborgare från Miklagård.
På Mastodon sedan 23.X.2021
Bara postar oviktiga tankar.
Allmän egendom (PD). Inga begränsningar.
Jag tjänar ingen inkomst av det jag lägger upp här.
🇬🇧 Mereyü's blog
Roman citizen from İstanbul.
On Mastodon since 23.X.2021.
Just posting unimportant things.
Everything I publish is Public Domain (PD).
I don't earn any income here.
🇹🇷 Mereyü'nün blogu
Civis romanus sum.
23.X.2021'den beri Mastodon'da.
Önemsiz şeyler üzerine.
Paylaştığım her şey kamu malıdır (PD).
Buradan herhangi bir gelir elde etmemekteyim.