Fatih'in Draman semti sırtlarındaki Kefeli Camii, aslında dokuzuncu yüzyılda inşa edilmiş bir Bizans kilisesidir. O dönem Ermeni asıllı general Manuil'e adandığı söyleniyor. İstanbul'un fethinden sonra kilise Katoliklerin kullanımına verilmiş ve Aziz Nikolaos yani Noel Baba'nın adını almıştır. IV. Murat döneminde ise camiye çevrilmiştir. Kefe, Kırım'da bugün Feodosia olarak bilinen kentin Kırım Tatarcasıdır. Bu isim de Cenevizlilerin Kaffa kolonisinden gelir. Birçok ilginç ayrıntıyı bir araya getiren bir yapı.
Bizans İmparatoru II. Basileios, 29 Temmuz 1014'teki Belasitsa Muharebesi'nde Bulgarları bozguna uğratıp Bulgar Çarı Samuil'in kalp krizinden ölümüne ve daha sonrasında Bulgar İmparatorluğu'nun yıkılmasına neden olunca Boulgaroktonos yani Bulgarkıran lakabıyla anılır oldu. YouTube'da Farya Faraji'nin aynı isimdeki parçasını bir haftadır döngü halinde dinliyorum. Tınıları çok hoş. Sanki bizden gibi.
Savaşın bir gün daha uzaması halkın refah seviyesinin biraz daha düşmesi anlamına gelir. Çünkü devletler altyapı ve üretim yerine silaha yatırım yapma yolunu seçiyor. Silah için harcanan her bir kuruş aslında boğazınızdan kesiliyor. Ukrayna'daki çatışmalar için de geçerli bu. Ukrayna, işgale direnmiş ve ne kadar onurlu olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. 2024'te bu kombatın sonunun nasıl olacağı konuşulmalı. Barış öyle veya böyle tesis edilmeli. Ne kadar acı olsa da ortada parıldayan kristal küre gibi duran gerçek bu.
İşyerinde birlikte çalıştığım insanların tavırları beni rahatsız etmeye başladı. Dengesizlikleri bir kenara bırakıyorum. Bir şey rica edince üfleyip püflüyorlar. Sanki o onun işi değilmiş, bir lütufmuş gibi davranıyorlar. Mesela meydancıya ofisteki çöpleri almasını söylediğimde bu garip davranışlarla karşılaşıyorum.
Bir de, herkes her şeyi şahsi algılıyor. Onun kara kaşına, kara gözüne, yüzü suyu hürmetine ondan böyle bir şey istediğimi düşünüyorlar sanırım. Bunu düzelteyim: seninle sen olduğun için değil, burada belli bir görev tanımın olduğu için ilişki kuruyorum. Kilimcinin kör oğlu olman beni ilgilendirmez. Buradaki görevine bakarım. Muhasebe, satınalma veya komi, her neyse. Bundan gocunmak çok yersiz. Çünkü kimse nazımızı çekmek, şımarıklığımıza katlanmak zorunda değil. Bu işi başkaları da yapabilir.
Galatasaray Üniversitesi Felsefe Kulübü tarafından düzenlenen Cengiz Çevik'in Roma'nın Dünya Egemenliği Miti: Umut ve Umutsuzluk başlıklı sempozyumuna katıldım. Konferans salonunun adı Aydın Doğan Oditoryumu.
Cengiz Çevik'i uzun zamandır takip ediyordum. Üniversitedeyken bizzat görmek nasip olmadı. Konu Roma olunca, benim de programıma uyunca mükemmel bir etkinlik oldu.
Bir şeyleri netleştirme gereği duyuyorum. AKP'nin bir ajandaya bağlı kalarak ülkeye soktuğu milyonlar göçmen olamaz. Afganistan ve Pakistan'da halihazırda savaş yok. Olsa bile Türkiye, bu ülkelerin komşusu değil. Suriye'deki savaş da büyük oranda sona ermiştir. Bu garibanlar için ülkelerine dönme vakti gelmiş gibi görünüyor.
Ülkenin demografik yapısını bozan, yıllar önce yok ettiğimiz hastalıkların yeniden yayılmasına neden olan bu politikayı savunmak sizi solcu yapmaz. Tampon ülke olma politikasının fonlayıcısı da AB'dir. Bizim önceliğimiz bu biçimsiz siyasanın ve başka denemelerin, başka uygulamaların mağduru olan insanlarla dayanışma içinde olmaktır.
Malum güruh neden Balkan ve Kafkas göçmenlerinden nefret ediyor? Atatürk'ün Selanikli olması bir nedeni olabilir. Göçmenlerin cumhuriyet düşüncesini ortalama bir Anadolulu veya Kürte göre içselleştirmesi de makul bir neden olarak görünüyor.
Bazıları da bu insanları AKP'nin ülkeyi mezbeleleştirmek için ülkeye sınırdan geçmesine izin verdiği kaçaklarla kıyaslıyor. Ben İstanbulluyum ama benden iki kuşak öncesi Kafkasya'da yaşadığı için Kafkas göçmeni bir aileden olduğum söylenebilir. Bu karşılaştırmalara şöyle bir yanıt verebilirim: Biz Türküz ve dedelerim adı Türkiye olan bir ülkeye gelmiş. Bugün yaşadığım ülkeyi tanıyamama nedenim de belki budur.
"Biz bir aileyiz." gibi ifadeleri özellikle çalıştığımız yerlerde sık sık duyuyoruzdur. Ben buna aile metaforu diyorum. Bunun gibi önermeler aile metaforunu yeniden üretiyor. Halbuki aynı işyerinde çalışanlar gibi aynı metroyu bekleyenler, aynı gazeteyi okuyanlar veya aynı parkta oturanlar bir aile değildir. İnsanların ilişki kurmasının birden çok yolu vardır. Birbirimizin sahte kardeşleri, anne-babaları veya çocukları olmak zorunda değiliz. Hatta çoğu zaman olmasak daha iyi olur.
Hafize Gaye Erkan, bir insanın on evi olmamalı, on insanın bir evi olmalı diyor. Kendini sosyalist görüşünden dolayı kutluyorum. Belli ki bu meseleden dolayı canı yanmış ancak bu ifadeyi biraz düzelteyim. Bir insanın bin odalı birkaç evi de olmamalı.
Uzun süredir bir klasik müzik konserine gitmek istiyordum. Metroda afişlerini görmeme rağmen bir türlü denk getirememiştim. Dün gözüme kestirdiğim konsere bilet aldım. Rus piyanist Aleksandr Melnikov ve yaylı sazlar icra eden Modigliani Dörtlüsü'nün konseriydi bu. İlk kez gittiğim için en ucuz kategoriyi tercih ettim. Zaten birinci kategoride yer yoktu.
Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nu bulamadım. Onun yerine Lütfi Kırdar Kongre Merkezi'ne gitmişim. Oradaki görevlinin tarifiyle salona ulaştım. Konserin başlamasına bir saat kadar vardı. Fuaye geniş ve ferahtı; oturma yerleri çoktu. Biletix rastgele attığı için mekana gelene kadar tam olarak nerede oturacağımı bilmiyordum. Neyse ki gönlümden geçtiği üzere sahneyi karşıdan gören, nispeten ortada kalan bir yerdeydim. Sağ sol diye ayrılmasına karşın bir de.
Moladan önce sadece Modigliani çaldı. Broşürden öğrendiğime göre Stravinski ve Şostakoviç çalmışlar. İkinci kısımda ise piyano ve yaylı sazlar beraber icra edildi ve Brahms çalındı. İcra sırasında fotoğraf çekmek yasak olduğu için icradan yüz yirmi saniye kadar önce çektiğim sahne fotoğrafını ekliyorum.
Gönül verdiğiniz insanla mükemmel bir ilişkiniz var. Birbirinizi sıkmıyorsunuz, dahası birbirinize huzur veriyorsunuz. Başkaları gözünüze görünmez oluyor. Ya da siz öyle sanıyorsunuz. Meğerse ilişkinin karşı tarafındaki kişi mazide kalması gereken birini hiç unutamamış. Böyle bir durumda ne yapmalı?
Evinde bazı cihazlar yoksa fakirmişsin. Şimdi biraz inceleyelim.
Airfryer: Evet var ve gayet işe yarıyor. Fırında yaptığımız her şeyi bunda pişirebiliyoruz.
Dyson süpürge: Buradaki Dyson önadını için jenerik marka olarak kabul edersek var. Modelin adı Philips Speedpro. Daha çok Grundig marka toz torbasız süpürgeyi kullanıyoruz.
Robot süpürge: Buna karşı önyargılıydım. Fazla bir şey süpüremeyeceğini düşünüyordum. Hâlâ da öyle.
Çift kapılı buzdolabı: Bu alet zaten alt alta iki kapıdan oluşmuyor mu? Neyimize yetmiyor, ben anlamadım.
Espresso makinesi: Tabii.
Hamur yapma makinesi: Var ama sorun birden fazla kere kullandık mı?
Smeg kettle: Bu markaya sevda nedir, anlam veremiyorum. Normal bir su ısıtıcım var ve bayağı işlevsel çünkü su ısıtıyor.
Klima: Var ama bakımı falan çok masraf. Vantilatör kullanıyoruz. Her odada ayrı.
Buna dayanarak ben orta sınıf çıktım sanırım.
🇸🇪 Mereyusblog
Romersk medborgare från Miklagård.
På Mastodon sedan 23.X.2021
Bara postar oviktiga tankar.
Allmän egendom (PD). Inga begränsningar.
Jag tjänar ingen inkomst av det jag lägger upp här.
🇬🇧 Mereyü's blog
Roman citizen from İstanbul.
On Mastodon since 23.X.2021.
Just posting unimportant things.
Everything I publish is Public Domain (PD).
I don't earn any income here.
🇹🇷 Mereyü'nün blogu
Civis romanus sum.
23.X.2021'den beri Mastodon'da.
Önemsiz şeyler üzerine.
Paylaştığım her şey kamu malıdır (PD).
Buradan herhangi bir gelir elde etmemekteyim.