Başarısız devlet veya özgün olarak failed state dendiğinde ilk akla gelen ülke Lübnan'dır. Lübnan, yıllardır kültür mozaiğiyle çıkış yapması beklenen bir ülkeyken defalarca bu yolda akamete uğradı. Bugün bu ülkenin bir kez daha battığını öğreniyoruz. Lübnan'ın batma alışkanlığı bir yana, Saad Hariri, Türk Telekom'dan sonra kendi ülkesini de batırmış oldu.
Bir Tayyarecinin Anıları, Türk havacılığının en önlemli isimlerinden Vecihi Hürkuş'un yazmış olduğu anılarından derlenen dört kısımdan oluşuyor. İlki Havada Vecihi 1/4 Asır adıyla 1942'de yayımlanmış. Diğer bölümler ise ilk kez yayımlanmakta.
Bu kitap bana hem Türk havacılık tarihi hakkında fikir verdi hem de yeni sözcükler öğrenmeme neden oldu. Vecihi Hürkuş'un kaleminin ne kadar sağlam olduğunu bazı pasajlardan anlayabildim.
Havacılık tarihinin kanla yazıldığını biliyordum ancak Vecihi Hürkuş, böylesi derinlikli bir eseri mürekkeple yazabilmiş. Ruhu şad olsun.
Sutopu, futbol veya basketbol gibi sporların yanında adının Türkçe olmasıyla ilgimi çeken bir spor. Aynı zamanda hem suyla hem rakiple mücadele edildiği için en zor sporlardan biri.
Sutopunun Türkiye'deki lokomotifleri Galatasaray, ENKA, İstanbul Yüzme İhtisas Kulübü ve Adana Demirspor'dur.
Ben de üç gündür ligimizdeki play-off mücadelesini izliyorum. Galatasaraylı olduğum için yalnızca Galatasaray'ın maçlarını izledim.
Öncelikle değinmem gereken konu, yayın kalitesi hem federasyonun YouTube kanalında hem de Sportstv'de berbat. Anlatıcıların hem sporun içinden olmaları hem de maçların heyecanını yansıtmalarıysa hoşuma gitti.
Maçların tamamı Tozkoparan Havuzu'nda oynandı. Cuma günü 19.00'da oynanan Kınalıada maçını Galatasaray, baştan sona ezici üstünlükle götürdü. İlk periyottan 5-0'ı bulan beyaz boneliler ikinci periyotta 11-0, üçüncü periyotta 17-2'yi buldu. Maç 25-2 sona erdi.
Dün 15.00'te oynanan Adalar maçı çok çekişmeliydi. Adalar maça üstünlükle başladı. İlk periyot 2-3 sona erdi. Devreye 4-5 Adalar üstünlüğüyle girildi. Üçüncü periyotta hem Adalar yoruldu hem de Galatasaray kalecisi Hüseyin Kaan Kil, kalesinde devleşti. Son periyota 7-7 ile gidildi ve maçı 8-7 Galatasaray kazandı.
ENKA ile oynanan maçlar sutopunda derbi niteliğindedir. Normal sezonda oynanan iki maçın birinde Galatasaray, birinde ENKA galip gelmişti. Bu maçta da ENKA, baskın başlayarak ilk periyotta 1-4'lük üstünlük yakaladı. Galatasaray, ENKA'yı karşılamak konusunda zayıf kaldı. Devreye girilirken skor 4-8'di. Üçüncü periyotta Galatasaray daha iyi oynadı. Son periyotta gol olmadı ve maç 7-10 sona erdi. Böylece ENKA, Galatasaray'ı ikinci kez yendi.
Salgın nedeniyle tamamlanamayan 2020 sezonunu saymazsak üst üste üç kere şampiyon olan ENKA, bu sezon da şampiyonluğa gidiyor. Galatasaray, son kez 2017'de şampiyon olmuştu. Böylece, 27'nci kez şampiyon olup bu alandaki rekor konusunda elini sağlamlaştırmıştı.
Galatasaray ve Türk Hava Yolları'nı Türk Voleybol Ligi'nde Vakıfbank, Fenerbahçe ve Eczacıbaşı'nın oluşturduğu birinci sınıf takımların hemen arkasından gelen denk takımlar sanardım. İki takım arasında oynanan son beş maç da bunu gösteriyordu. Ancak bugün oynanan maçta THY, net bir tanımla Galatasaray'ı bozguna uğrattı.
İlk set bu sanımı doğru çıkarak derecede başabaş oynandı. Hatta Galatasaray, setin çoğunu önde götürmesine rağmen kaybetti. İkinci sette THY, daha baskın oynadı. Oyunun bu kısmında ilgimi kaybetmiştim. O yüzden yorum yapamayacağım.
Üçüncü sette THY'nin oynadığı güzel oyun bana estetik bir haz yaşatırken aynı zamanda Galatasaray'ın düştüğü içler acısı duruma üzülüyordum. Bir keresinde THY, öyle bir feyk attı ki pozisyonu tekrar izlemeyi diledim. Tekrar izleyince de utandım.
Velhasıl kelam, voleybol böyle bir oyun. Galatasaray'ın ilk dörde girmesi artık çok zor. THY ise dört sezondur bulunduğu ligin dinamiklerini çözmüş ve Türk voleybolunun lokomotifi olmak üzere.
İtalya, UEFA'nın yeniden düzenlediği play-off turunun ilk aşamasında Makedonya'ya 1-0 yenilerek Dünya Kupası'na gitme şansını kaybetti. Böylece üçüncü kez aynı kaderi yaşadı ve Avrupa Kupası şampiyonu olup Dünya Kupası'na gidemeyen dördüncü ülke oldu. Bundan önce 1978 şampiyonu Çekoslovakya, 1992 şampiyonu Danimarka ve 2004 şampiyonu Yunanistan bir sonraki Dünya Kupası'nda yer alamamıştı.
Adı dolayısıyla bir süredir izleme hevesinde olduğum Sen İstanbul'dan Daha Güzelsin, çok sevimli bir oyunmuş. Oyun genel anlamda üç nesli oluşturan kadınların, bizimle konuşuyormuşçasına anlattığı yer yer birbiriyle bağlantılı yer yer birbirinden kopuk hikayelerden oluşuyor.
Bu anlatılardaki medyumun değişmesiyle anlatının da değiştiğini görüyoruz. Kalıcı olan tek olgu, kadınların yaşlandıkça annelerine benzemesi. Melis'in Okan'la, Başak'ın Fehmi'yle, Ayfer'in Mehmet'le olan ilişkisi de olay örgüsünün benzerliği bakımından dikkat çekici. Karakterlerin bu kişileri canlandırması hoş. Daha hoş olansa birbirlerini oynamaları.
Söylenemeyenler de oyunun temalarından biri. Özellikle anneanne olan Ayfer'in konuşma yetisini kaybedince söylemekten mahrum kaldıkları güldürücüydü. Toplum baskısından söyleyeceklerini yutan anne Başak'ın durumu ise ondan daha içler acısıydı.
Her yönüyle güzel kurgulanmış ve oyuncuların adlarını vermeyi görev sayacağım kadar iyi oynanmış bir oyun. Yeliz Şatıroğlu, Esin Umulu ve Şebnem Köstem, üst düzey oyunculuklarını gösterdiler. Oyundan mutlu ayrıldım doğrusu.
24 Şubat 2022 sabah saatlerinde Rusya, Ukrayna'yı işgale girişti. Bugün tam bir ay oldu. Şubat ayının yirmi sekiz gün sürmesiyle dört hafta da denebilir. Ukrayna direniyor!
Rusya'nın amacı yıldırım savaşı veya özgün adıyla Blitzkrieg taktiğiyle dört günde başkent Kıyiv'e varmak ve Ukrayna hükümetini dağıtıp kendi kukla rejimini inşa etmekti. Ancak hiç hesaplamadıkları bir direnişle karşılaştılar. Bu böyle sürdükçe Rusya dünyaya madara olmaya devam ediyor. Слава Україні!
Filmin birçok sahnesi güzel ama bunların başında belki de göründüğünden daha derin anlamlar barındıran bu sahne gelir.
Volodimir Zelenski'nin başrolünde olduğu Halkın Hizmetkarı ya da özgün adıyla Sluha Narodna, bir tarih öğretmeni Vasili Petroviç Holoborodko'nun kendini birden Ukrayna cumhurbaşkanı olarak bulması üzerine başına gelenleri anlatıyor.
Belki ülkelerin mizah anlayışının farkından belki başka bir şeyden dolayı beni kendine bağlamadı ama diziden sonra Zelenski'nin ve Ukrayna ile kaderinin birleşmesi çok can alıcı.
Çukurova, söylenegeldiği gibi Dünya'daki en bereketli topraklardandır. Orhan Kemal'in güzide eserinin uyarlanması olan Erden Kıral filmi de sinema tarihimizin başyapıtlarından.
Köyden Çukurova'ya gelen üç karakter Köse Hasan, Pehlivan Ali ve Yusuf'un hikayesini anlatıyor. Yusuf'a hayat veren Erkan Yücel'in karizması ve ses tonu beni etkiledi doğrusu.
Konuşmalar oldukça doğal. Yöre insanı oynamış gibi. İşsizlik ve sonrasında zoru zoruna bulunan işte çalışırken yaşanan mücadeleler çok iyi aktarılmış. Bizimkilere iyi gibi görünen Topal gibi karakterlerin gerçek yüzü ve işçiler arasındaki acımasızlık da filmin temalarından. Mesela, Pehlivan Ali'nin ırgat çavuşunun imam nikahlı karısı Fatma'yı kaçırması, sonradan Fatma'nın Katip Bilal'e yamanması, bu çarpık ilişkileri yansıtıyor tam anlamıyla.
Filmin son kısmında, Ali'nin patozda yaşadıkları anlatılıyor. Burada ırgatbaşı, usta ve koltukçular karşımıza çıkıyor. Tuncel Kurtiz'in oynadığı Koltukçu Zeynel'in kimseye eyvallahı yok. Kırmızı poşulu usta da hakbilir bir insan. İkisi, bir anlamda ırgatbaşını bastırıyor. Sonunda Zeynel kovuluyor ve yerine Ali geçiyor. Ali, patron ve ırgatbaşının işçileri gazlamasıyla işi bilmemenin verdiği acelecilikle kolunu patoza kaptırıp ölüyor. Patron, Ali'yi arabasına alıp hastaneye götürme zahmetine dahi katlanmıyor. Bu sırada Zeynel, pusu kurup tarlayı yakıyor. Patron jandarmayı çağırdığında suçu usta ve işçilerin üzerine atıyor. Sonunda tutuklanıp götürülüyorlar.
Emek süreçleri zorlu olmaklığını sürdürüyor. Bugün bile, maaşı zarfla verip bir kısmını geri alanlar var. Yaptığı inşaattan demir ve çimento kaçıranlar yüzünden depremlerde yüzlerce insan hayatını kaybetti. Geçim derdi, babadan zengin olmayan her insan için ölüm gibi bir olgudur. Böyle gelmiş, böyle giderse olmaya da devam edecektir.
Kadın basketbolu izlemeye bir süre ara vermiştim. Bugün 13.00'te Galatasaray'ın Ormanspor deplasmanında oynadığı karşılaşmayı izledim.
Ülke, geçen sene orman yangınlarından kırılırken o zamanki Tarım ve Orman Bakanı hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Böyle bir takıma yatırım yapmaktansa, bu yangınları söndürmek daha doğru olurdu. Bekir Pakdemirli, bu nedenle vatan hainliğinden yargılanmalı. Bu, bir yerde dursun.
Galatasaray, Ekrem Memnun gibi deneyimli ve başarılı bir koçu önce erkek takımının başına getirdi. Dün itibariyle de görevine son verdi. Ancak Efe Güven ile de takım, son derece iyi durumda. Eurocup'ta yarı finale yükseldi. Ligde ise normal sezonda ilk dördü zorlayabilir.
Galatasaray'da Kelsey Plum, insanüstü bir performans sergiledi. Kırk dakika süre aldı ve 32 sayı attı. Merve Aydın da attığı 26 sayıyla kariyer rekoru kırdı. Ormanspor'da Teaira McCowan'ın muhteşem oyunu skoru Ankara ekibinin lehine çevirmeye yetmedi. Sevgi Uzun için de parantez açmak gerekir.
Aslında kadın basketbolunda 90-93, çok nadir görülen bir skordur. Bu anlamda, maçın kalitesinin yanında görülmemiş skoru da beni mutlu etti.
Uzun süredir beklediğim Akbank Kısa Film Festivali, bu pazartesi başlayacaktı. Bu akşam program için baktığımda tüm etkinliklerin çevirimiçi yapılacağını öğrendim. Açıkçası pandeminin gündemden kalktığı bir zamanda bu karar beni hayal kırıklığına uğrattı.
Klasikleşmiş kategoriler bu festivalde de var. Bunlar: Perspektif, Festival Kısaları, Dünyadan Kısalar, Kısadan Uzuna, Özel Gösterim ve Genç Bakışlar.
Festivalde genellikle dört oturumda dörder kısa film izleniyor. 11.00, 13.00, 16.00 ve 20.30 seanslarının yanında 18.30'da söyleşi yapılabiliyor.
Her şeye rağmen, Taksim'e gidip bu filmleri salonda izlemek isterdim.
Kendim de her yere geç kaldığım için Geç Kalanlar adlı oyunu uzun zamandır izlemek istiyordum. O da bu akşama nasip oldu. Hem de Elçin Atamgüç'ü canlı kanlı görme şansı buldum.
Oyun, yine kadın-erkek ilişkilerini ele alıyor. Her şey yabancı birinin bir adamın evine girmesiyle başlıyor. Başlangıçta Elçin Atamgüç'ün oynadığı karakterle Zafer Kırşan'ın oynadığı karakter yer yer komik diyaloglara giriyor. Ara sıra derin ve düşündürücü sözler de söyleniyor.
İlk perdenin sonunda adamın karısı eve geliyor ve oyunun ekseni ev sahibi ve yabancıdan adam ve karısına dönüyor. İlişkilerdeki empati sorununa değiniliyor. Birbirlerinin yerine geçtikleri sahne, başlı başına bir şaheserdi. Çok yerinde tespitler yapılıyordu.
Son bölümde ise her şeyin bir heyula olduğu anlaşıldı. Aslında adam, son hararetli tartışmalarından sonra kapıyı vurup çıkmış ve bir hışımla arabasına atlamıştır. Bu öfke onu zararla oturtmamış, trafik kazası sonucu ölmesine yol açmıştır. Kadın antidepresanlarla ayakta durabilmektedir. Yas sürecini henüz atlatamamıştır.
Annesi, kızına gece boyunca ulaşamadığı için endişelidir. Annesi ve kadın arasındaki diyaloglar çaresizliğin dışavurumudur. Ancak her şey için çok geçtir.
Hayat kısa. Sözlerle birbirimizi çok kolay incitebiliyoruz. Yarının garantisi yok. Çoğu mesele ise birbirimizi kırmaya değmeyecek nitelikte. Bunu bir kez daha anladım.
Oyunculuklar gerçekten çok iyiydi. Elçin Atamgüç ve Zafer Kırşan çok uyumlu bir ikili olmuşlar. Defne Gürmen de rolüne tam uymuş. İnternetten baktığımda kendisinin 1997'de liseden mezun olduğunu öğrendim. Kesinlikle o kadar yaşlı durmuyor.
Kısaca, her şeyiyle takdire şayan bir oyun.
Harold Pinter'in yazdığı, Cevat Çapan'ın çevirdiği Kutlama adlı oyunu Üsküdar Musahipzade Celal Sahnesi'nde izledim.
Oyunda evlilik yıldönümünü kutlayan bir çift ve abi-ablaları var. Bu abi-abla karakterleri de birbiriyle evli. Yan masada başka bir çift var. Bu çiftin kadın olanı ile evlilik yıldönümü olan erkek eskiden sevgililermiş. Birbirlerini görünce ortalık ellialtı oluyor. Barın sahibi, barmen ve titrini şu anda hatırlayamadığım otel çalışanı bir kadın da arada çiftlere dahil oluyorlar.
Oyunun ana temasının gerek ikili ilişkilerde gerek diğer insanlarla olan temasta olan çürümüşlük veya daha yaygın bir tabirler toksiklik hali. İnsanların ikiyüzlülüğü bir yana, son derece dejenere olmaları vahim bir durumdur.
Aslında Türkiye'deki çoğu "sevgi" ilişkisi de aslında duygusal teröre dayanmaktadır. Bu süreçte çiftler birbirine fiziksel, ekonomik ve duygusal şiddet uygulamaktadır. Mutluluk tablosu çizen çiftlerin birçoğunun ardında onulmaz yaralar vardır.
Oyuncuların yaka mikrofonuyla oynaması bir miktar rahatsız edici ama Musahipzade'de başka nasıl yapabilirler bilmiyorum. Sırayla söylenen Türk aksanlı İngilizce şarkılarla oyun müzikale dönüyor. Konuşmalarsa seslendirme gibiydi. Daha çok uyarlanabilirdi diye düşünüyorum. Kimi zaman oyunculuk da abartıya kaçıyordu. Belki de olması gereken budur.
Ekranda sürekli savaş, kıtlık, açlık görüntüleri beliriyor. Kimi zaman iki masaya birden kulak veriliyor, hatta diyaloglar iç içe geçiyor. Bu noktada odaklanması zor. Oyuncuların kahkahaları oyuna farklı bir renk katmış.
Oyunun sonundaki çav bella gürültülü olmasına rağmen çok güzedi; ateşleyiciydi. Erkan Sever'in başarılı oyunculuğunu da es geçmemek lazım.
Oyundan önce oyuna herkesin çift olarak gelmesi bende bir miktar hayal kırıklığı yarattı. Tabii, bu kendime dönük bir şeydi. Ancak oyunun içeriği tam da böyle izlenmesi gerektiğini gösterdi. Yine de keşkelerden çok uzağım.
Kimse kimseyi sevmek zorunda değildir. Birine zarar vermedikçe nefret etmek de haktır. Ancak Türkan Saylan'dan nefret eden birinin Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu felsefesiyle de sorunu olduğunu düşünüyorum. Halihazırda kendisinin en büyük düşmanının Fetullahçılar ve etnik milliyetçi ayrılıkçılar olması bunu kanıtlar niteliktedir.
🇸🇪 Mereyusblogg
Romersk medborgare från Miklagård.
På Mastodon sedan 23.X.2021
Bara postar oviktiga tankar.
Allmän egendom (PD). Inga begränsningar.
Jag tjänar ingen inkomst av det jag lägger upp här.
🇬🇧 Mereyü's blog
Roman citizen from İstanbul.
On Mastodon since 23.X.2021.
Just posting unimportant things.
Everything I publish is Public Domain (PD).
I don't earn any income here.
🇹🇷 Mereyü'nün blogu
Civis romanus sum.
23.X.2021'den beri Mastodon'da.
Önemsiz şeyler üzerine.
Paylaştığım her şey kamu malıdır (PD).
Buradan herhangi bir gelir elde etmemekteyim.