Show newer

Bu haftanın başında keşfettiğim bir şarkıyı galiba bin kez dinledim. Tınısı, sözleri ve duygusallığı çok hoşuma gitti: Danimarkalı şarkıcı Agnes Obel'den The Curse. Bu sitede link paylaşamadığım için ekran görüntüsü atacağım.

Şarkının beni en çok etkileyen kısmı ise şu;
It was swift, it was just, another wave of a miracle
But no one, nothing at all would go for the kill
If they called on every soul in the land, on the moon
Only then would they know a blessing in disguise

Kötünün kötüyü bulması normaldir. Hatta bu, mıknatısın demiri çekmesi gibi bir doğa kanunudur. İyi birinin iyi biriyle bir araya gelmesi ise bir mucizedir çünkü evrendeki milyonlarca, trilyonlarca olasılıktan biri gerçekleşir.

Bu günlerde tek bir şey istiyorum. Buna ulaşmanın zor olduğunu biliyorum. İstememin bir nedeni de bu zorluk zaten. Kolay olsa bir anlamı kalmazdı. Sadece sonunun benim için hayırlı olmasını diliyorum.

Günlerdir süren moral bozukluğu ve yaşama karşı bıkkınlıktan kurtulmak için bu sabah erkenden yola çıkıp serin havada dolaştım. Radyoda bunalım şarkılar çalınca uzun zamandır kullanmadığım Spotify hesabım düştü aklıma. Uygulamayı indirip yıllık üyelik aldım. Dinlerken ruh halim değişti, sanki 2017'ye ışınladım. Biraz kendime geldiğimi söyleyebilirim.

2016'nın soğuk sonbahar gününde her bir kağıdı teker teker imzaladığımda bugünün geleceğini biliyordum. Sonunda KYK borcumu bitirdim.

Rüstemoğlu Cemal'in Tuhaf Hikayesi adlı oyunu Harbiye Açıkhava Sahnesi'nde izledim.

Sahne, Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, Cemal Reşit Rey Konser Salonu ve Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nin dibinde. Antik Yunanistan ve Roma'dan kalan tiyatrolara benziyor. Girişte çanta araması yapılıyor. Buranın en kötü yanı seyircilerin Beltur'dan patlamış mısır alıp oyun boyunca yiyebilmesi. Oyuna odaklanmamı bir miktar güçleştirdi bu.

Levent Üzümcü, tek kişilik dev bir kadro olmuş. Biraz yaşlı gördüm onu. Üzüldüm ama enerjisini tüm oyun boyunca koruyabildi. Seyirci ile etkileşimi ve doğaçlama sahneleri de muhteşemdi.

Oyun, meddah gibi kurgulanmış ama perde gerisindeki orkestra sayesinde müzikal havası da var. Vokaldeki Esen Koçer'in küçük rolleri de mevcut.

Girit'te başlayan hikaye Çanakkale'de sonlanıyor. Bu yönden anakronik geldi bana. Hikayeden fazla bahsedip tat kaçırmak istemiyorum. Hikayeyle paralel giden bir Aşil-Hektor anlatısı var. Cemal, kendini Aşil sanıp Hektor'unu ararken fark ediyor ki Hektor kendiymiş. Bu aydınlanma onun da sonu oluyor.

İnsanın öldüğünde değil umudunu kaybettiğinde öldüğünü söylüyor oyun. Burada ben umuttan ziyade bir coming of age gördüm ama oyun gayet keyifli. Oyunda emeği geçen başta yazar ve yönetmen Cengiz Toraman (maalesef Fetullahçıların kanalı Samanyolu TV'deki Beşinci Boyut dizisiyle hatırlıyor herkes onu) ve Levent Üzümcü'yü tebrik etmek gerekiyor.

Uzun zamandır müze-glaeri gezmiyordum. Bugün işten çıktıktan sonra Salt Beyoğlu'na uğradım. En son ocak ayında son ziyaret ettiğim yer de burasıydı.

Bu sefer Yarının Depreme Dayanıklı Şehirleri başlıklo bir sergi vardı. Fazla uzatmadan, gönderi dizisi yapmadan dört görselde size anlatacağım.

İlk fotoğrafta girişteki tanıtım yazısını görüyorsunuz. 6 Şubat depremlerini hatırlatan bir yazı var. Sponsorların logoları da en alta koyulmuş.

Bu sergide bir dizi oyun var. Başka bir deyişle interaktif tasarlanmış bir galeri karşılıyor bizi. Benim en sevdiğim zeminin depremin şiddetine etkisini gösteren maket oldu.

Mevzuattan Uygulamaya adlı bölümde depremler ve sonrasında çıkan yasalar zaman çizelgesi formunda aktarılmış.

Salonun çeşitli bölgelerine yerleştirilmiş ekranlarda konuşan uzmanlara göz ucuyla baktım ve onlardan bir tanesini de fotoğrafladım.

Arjantin'de yapılan önseçimleri minarşist Javier Milei kazanmış. Vaatleri arasında merkez bankasının kapatılıp pesonun yerine dolara geçilmesi ve sağlık ile eğitimin tamamen özelleştirilmesi var.

Arjantin yıllardır ekonomik krizden kurtulamadığı için Arjantinliler aynı şeyleri deneyip farklı sonuç almaktan vazgeçmiş görünüyor. Çift paralılık terk edilecek ve seçim ekonomisi uğruna otuz beş yaşında emekli edilen gençlere, eli ayağı tutmasına rağmen çalışmak istemeyip işsizlik aylığı alana, haddinden fazla olan memurlara ve göz boyama amacıyla zam yapılan asgari ücrete akıtmak için para basılmayacak.

Devletin küçülmesi de bana bu aşamada çok mantıklı geliyor. Türkiye'de devletin üç bankası var ve sektörün yarısını oluşturuyorlar. Devlet neden banka sahibi olur ki? Hem de üç tane. Ayrıca bu bankalar spor takımları kurarak Galatasaray ve Fenerbahçe gibi lokomotiflerle mücadele ediyor, hatta onları yeniyor. Bizim paramızla bizim gönül verdiğimiz takımları mağlup ediyorlar. Biz de enayi gibi izliyoruz.

Anlaşılan belediye ulaşım işini beceremiyor. Belki de tüm kentiçi ulaşımın özel sektöre devri tartışılmalı. Tabii Türkiye'de geçmiş deneyimlerimizden öğrendiğimiz kadarıyla özelleştirme şöyle gerçekleşiyor: Devletin sahip olduğu bir şirket önce zarar ettiriliyor, sonra da komik bir fiyata satılıyor. Bir yıl sonra bakıyorsunuz ki şirket kâr etmeye başlamış. Devletin malının deniz olduğu yerde böyle olur zaten. Ancak İspark'tan kâr edememek çok farklı bir zeka seviyesi gerektiriyor.

Sözün özü devlet elini çoğu şeyden çekmeli. Mesela polis teşkilatı lağvedilmeli. Jandarma gibi köklü bir örgütlenme varken polise gerek yok. Memur ve kamu işçisi sayısı büyük oranda azaltılmalı. Kimse otuz beş yaşında emekli olmamalı. Çalışmak istemeyene işsizlik maaşı verilmemeli. Nakdi yardımlar son bulmalı. Sadece paraya dönüştürülemeyecek yardımlar yapılmalı.

Şimdi bana devlet düşmanı diyenler olacaktır. Evet, ben bir numaralı devlet düşmanıyım. Askerliğimi yaptım ve gerek dolaylı gerek doğrudan vergimi ödüyorum. Bu ülkeye ve topluma herhangi bir borcum yoktur. Çalışıp kazandığımı hazıryiyicilerle bölüşmek zorunda değilim.

Umarım Milei başarılı olur ve neler yapacağını hep beraber izleriz.

Ukrayna, işgali püskürtmüş ve savaşı Rusya'ya taşırken Kıyiv'deki Ukrayna Ana Anıtı (eski adı Anavatan) yenileniyor. Heykelin sol elindeki kalkanın üzerinde orak-çekiçli Sovyetler Birliği arması yerine trizub (üçdişli) denen Ukrayna arması olacak artık. 24 Ağustos'a yani Bağımsızlık Günü'ne kadar tadilat tamamlanacak. Sovyetler Birliği dağılalı otuz küsür yıl olmuş. Neden bu zamana kadar beklendiğini anlayabilmiş değilim.

Dincilerin yansıttığının aksine Kadıköy'de cami bulmak zor değildir. Tabii bu onlar için hiçbir şey ifade etmeyecek çünkü dinci olmak için profesyonel seviyede yalancı olmak gerekir.

Bugün normalde kıdemli aktrol Furkan Bölükbaşı'nın mülteci yazısını analiz edecektim. Hatta biraz ileri gidip yapısöküme bile uğratabilirdim ama yazıyı üstünkörü okuyup yorumlamaktan vazgeçtim.

Aktrolümüzün argümanları güney sınırımızın uzun olmasıyla başlıyor. Burayı korumak için askeri personel sevk edilirse PKK ile mücadele edemeyeciğimizle devam ediyor. Sonrasında sınıra yaklaşan herkesi vurduğumuz kurgusal bir anlatı var. Mültecileri geri göndermenin lojistik altyapısı ve maliyeti üzerinde durulduktan sonra gönderilenlerin sınırdan geri girebileceği söyleniyor. Finalde eskiden Kürtlerin yaptığı işlerin şimdilerde Suriyeliler ve Afganlar tarafından yapıldığı ve Türklerin artık bu işlerde çalışmayacağı vurgulanıyor.

Neresinden tutarsan tut elinde kalıyor. Zaten bu arkadaşta akıl kırıntısı olsa aktrol olmaz. Benim kendisine çağrım bu tür boş uğraşları bırakıp sigortalı bir işe girmesidir. Hem ölmeden boğazından bir iki helal lokma girer.

Asıl zoruma giden bu ahlaksızın bile seveninin olması. Kendisine böyle şeyler söyleyenleri dava etmekle tehdit ediyor gerçi. Tıpkı geçen günkü ödeme olayında Ötüken Neşriyat'ın yaptığı gibi. Fakat benim kimseden pek korkum yok. LinkedIn profilimi de burada herkes görebilir. 23 kuruşluk tazminat davası açmayan şerefsizdir. Eşten dosttan bulup buluşturup öderiz artık.

Son olarak size üzerine uzun uzun düşünebileceğiniz bir video kesiti bırakıyorum. Aleyna Çakır (asıl adı Sema Esen) ve Esra Hankulu cinayetlerinin baş şüphelisi Ümitcan Uygun, Kadir Şeker ile suç kıyasına girişiyor. Bence kafes dövüşünde kim kazanırsa o suçsuz olsun.

Good morning, happy Friday and welcome to Tayyip Erdoğan's four-dimensional economy.

💸 High currency exchange rate
💹 High interest rate
📈 High inflation
🩹 High unemployement

All is up. I can't complain.

Temmuz dump.

Ne zamandır yapmak istiyordum. Bu aya kısmetmiş. Her haftadan bir fotoğraf var.

Seçimin üzerinden bir buçuk ay geçti ama İstanbul'da hâlâ şu afişlerden var.

Herkese günaydın.

Bugün size birini tanıtmak, tanıyanlar için de ondan kısaca söz etmek istiyorum. Bu platformda yani Mastodon'da Türk topluluğu varsa o, bunda pay sahibidir. En azından benim bu mecrada yazmaya başlamamda kendisinin etkisi büyüktür. Tan Siret Akıncı veya Korsan Tan, zamanında burada bir kitle oluşturmak için çok uğraştı. Hatta önceleri mahalle.li diye bir sunucu vardı. Yakın bir zamana kadar Yutyo mahlasıyla todon.nl sunucusunda bulabilirdiniz onu ama hesabını kapatıp gitti. Şu sıralar İtalya'da kariyerine odaklanmış durumda. Acaba Twitter'dan buraya akın eden yığınlar için ne düşünüyordur?

Not: Fotoğraf LinkedIn'den alınmıştır.

Show older
Qoto Mastodon

QOTO: Question Others to Teach Ourselves
An inclusive, Academic Freedom, instance
All cultures welcome.
Hate speech and harassment strictly forbidden.